trenfrderu
 
 
 

Sanal Tur Form ve Ödemeler Borç Sorgulama E-İmza Doğrulama Kurumsal E-Posta SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
0216 382 3 382

 

Loading...
Batı kaynaklarında Prens Adaları olarak da bilinen Adaların,  2000 yıllık bir tarihe sahip olduğu bilinmekle beraber bunun hakkında çok az bir bilgiye sahip bulunmaktayız.

Adalar İstanbul kuşatması sırasında Gelibolu’lu balıkçı reisi Baltaoğlu Süleyman Bey tarafından 17 Nisan 1453’te fethedilmiştir.

Adalar, 1854  yılında kurulan İstanbul Şehremaneti’ne bağlı 7.Daire-i Belediye olarak 1861 tarihinde belediye şubesi, 1867 tarihli Vilayet Nizamnamesi ile İstanbul’un bir ilçesi konumuna gelmiştir.

Adaların ilk Kaymakamı Mustafa Bey, Belediye Başkanı ise sonradan Sadrazam olan Küçük Said Paşa’dır.

Adalar’da bilinen en eski tarihi yapı Büyük İskender’in komutanlarından Antigonus anısına oğlu Dimitrios Poliorkites tarafından Burgazada’da yaptırılan Antigoni kalesidir.

Adaları Bizans döneminde din adamlarının  inziva yeri, önemli şahsiyetlerin  sürgün yeri (bunların en bilinenleri 780’de imparator VI Konstantinos’un annesi İmparatoriçe Erine ile Malazgirt Savaşında tutsak edildikten sonra serbest bırakılan Romen Diyojen) ve İmparatorların yazlık olarak kullandıklarını görüyoruz.

Adaların yazlık mekan olarak kullanılmasının da Bizans İmparatorları tarafından başlatıldığını, 18.yy. sonlarında  İstanbul’da yaşayan Fransızların öncülüğünde bu akımın tekrar canlandığını 2. Dünya Savaşından sonra çeşitli  kesimlere mensup  zengin sınıfların tekrar adaya yöneldiğini görüyoruz.

E-Beyanname Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu

SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 6 989

 

HAZIRLANMAKTA
Tez elden imar edilsin!
Osmanlı Devleti'nin 1453 yılında İstanbul'u alması ile şehirde önemli gelişmeler oldu. Fatih Sultan Mehmet İstanbul ve çevresindeki Rum Ahalisine zulüm ve baskı yapmayarak, onlarla uyum içerisinde birlikte yaşamayı düşünerek, onların haklarını koruyan yasalar çıkardı. Ayrıca savaş esnasında zarar gören yerleri tez elden imar edilme emri verdi. Gofla deresinin ağzındaki bu küçük balıkçı köyü savaştan zarar görmese bile Ayazma'sının düzeltilmesi için para harcandığı belirtilmiş,

Türkler Küçükçekme'de
Küçükçekmece'ye bağlanan yolun devamlı kullanılan bir yol olması nedeniyle yol düzenlemesi yapılmıştır. Çünkü ordular için en geçerli yolun yarım burga mağaralarının arka tarafı olduğu bilinir, nedeni buralarda köprüler bulunmasıdır.
Osmanlıların Bizans’ı yenmesiyle İstanbul'un çevresine Türkler yerleşmeye başladılar.
Türkler Büyük ve Küçükçekmece’ye yerleşirken Gofla deresinin ağzına yerleşmek istemiyorlardı. Çünkü Türklerin eskiden beri geçim kaynakları, tarım ve hayvancılığa dayanmaktaydı. Bu sebepten dolayı da deniz kenarında bulunan ve balıkçılıkla geçinen bu köyde oturmak istemediler.
Sarayın ve çevresinin yiyecek ve giyecek ihtiyacı çoğunlukla dışarıdan karşılanmaktaydı. Özellikle son yıllarda gemilerle getirilen mallar Küçük çekmece ve Gofla Deresine boşaltılıyordu. Rumların balıkçı köyünde, getirilen mallar için bir depoları vardı. Ambarın bekçiliğini de askeri küçük bir birlik yapmaktaydı. Bu balıkçı köyü halkı, Yunan Krallığı'nın kurulmasıyla pek ilgilenmemişler, hatta 1877-1878 yıllarındaki Türk-Rum savaşında herhangi bir taraflı tutum içerisine girmemişlerdi.
1890 yıllarında Rum köprüsünün üst kısımlarını Mısırlı kaval Ali'nin mülk edindiğini görüyoruz. Bu şahıs buraya Aminagos (Amindos) adını vermiştir. Ancak burası fazla gelişmeden olduğu gibi kalmıştır. Bu çiftliğin ortasından geçen küçük bir yol gittikçe genişlemiş ve Küçükçekmece köprüsüne bağlanmıştır. Genişleyen bu yolun önemi gittikçe artmış ve Avrupa'ya bağlanan bir yola dönüşmüştür.
1924 yılında burada yaşayan Rum köylüler mübadele kapsamında yer değişikliğine tabi tutulmuştur. Rumlardan boşalan yerlere askeri ambarların yerleştirilmesi nedeniyle bu meskun yere Ambarlı denilmiştir.

Mübadelenin gerçekleşmesi .
Cumhuriyetin ilanından önce ilk yerleşim yerlerinden olan Ambarlı, 60 hanelik küçük bir Rum Köyüdür. Balıkçılık ve meyhanecilik ile geçimlerini sağlayan Rumlar, İstanbul’dan gelen müşterilerine Laterna çalarak eğlendirirdi.
Cumhuriyetin ilanından sonraki devirde; Lozan Antlaşmasına göre, Batı Trakya'daki Türkler ile İstanbul'da ki Rumlar dışında kalan azınlıklar, karşılıklı olarak yer değiştirildi. Yunanistan'dan bir milyonu aşkın Müslüman, Türkiye'ye göç ederken, Türkiye'den de bir buçuk milyonu aşkın Rum kökenli Hıristiyan vatandaşlar, Yunanistan'a göç etmiştir. 1924'de başlayan nüfus değişimi, 1926'dan sonra giderek artmış ve 1930 'da tamamlanmıştır. 1924 yılında Yunanistan’dan, köy köy getirilen aileler oldukça zor geçen ve yedi gün süren deniz ulaşımından sonra, önce İzmit-Kocaeli’ne getirildi, buradan da ülkemizin çeşitli yörelerine yerleştirildi. Mübadele sırasında aileler kendine ait eşyaları yanına alamadan sadece üzerindeki kıyafetlerle yolculuk yapmışlardır.
Yunanistan’ın Ömberiya köyünde yaşayan Türkler ise Rumların bıraktığı Ambarlı’ya nüfus başına yaklaşık 5’er dönümlük tarla verilerek yerleştirildi. Öyle ki yolculuk sırasında vapurda doğan Bahriye teyze bile kayıt altına alındı ve kendisine de 5 dönüm tarla verildi. Türklerin Ömberiya köyünde bıraktıkları evlere ise Giresun ve Samsundan giden Rumlar yerleştirilmiştir.

Yunanistan’ın Selanik Kayalar Ömberiya (OPEINOΣ AHMO Σ) köyünde yaşayan Türklerin soyu, Karaman Devletine uzanır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1308 yılında yıkılmasından sonra Karamanoğulları, Konya ve çevresine tamamen egemen olmuşlardır. XIV. y.y. 'ın başına gelindiğinde, Karamanoğulları Anadolu'daki en güçlü devlet konumundaydı. Daha sonra kurulan Osmanlı Devleti kendinde yeterli gücü bulduktan sonra Karamanoğulları Devleti'nin varlığına son vermiştir. Bu güçlü hanedanı, gelecekte devletin güvenliğini tehlikeye düşürmemesi için, Anadolu'nun çeşitli bölgelerine ve yeni fetih edilen Balkan topraklarına, özellikle de Tuna kıyısındaki Bulgar ülkesine ve Yunanistan’a sürmüştür. Yunanistan’ın Ömberiya köyünde yaşayan Türkler kendilerine ait olan geniş arazilerde çiftçilik ile geçimlerini sağlamaktaydı. Ambarlı Köyü’nde yaşayan Rum’lar ise sadece balıkçılık ile uğraştıklarından fazla tarım toprakları yoktu.
Mübadele yolu ile Ambarlı Köyüne yerleşen çiftçi vatandaşlarımız geçimlerini kazanmakta oldukça zor dönem geçirmişlerdir. Hatta Atatürk’e “Paşam ! biz burada ne ile geçineceğiz” diye sormuşlar, Atatürk ise denizi göstererek “İşte deniz, arazileriniz size yeterli gelmiyorsa denizden geçininiz” demiştir.

Balcıbük’ten Firuzköy’e…
Bulgaristan’ın Ortaköy’üne (İvaylovgrad) bağlı Balcıbük (Maden buk) köyünde yaşamlarını sürdüren Türklerin, 1927 yılı ve öncesinde Bulgar eşkiyalarının köylerine yaptığı baskınlar ve arazilerinde kurulan pusular yüzünden tedirginlikleri ve huzursuzlukları artmıştır. Can güvenliklerinin kalmadığını anlayan Balcıbük’lüler Türkiye’ye göç etme ve yerleşme kararı almışlardır. Bu karar gereği Kadir Efendi (ÖZDEMİR), Ali Ağa (BAŞER), ve Osman Ağa (TEZER) Türkiye’de arazi satın almaları ve köy yeri için araştırma yapmak üzere görevlendirilmişlerdir.
O dönemde, Yeşilköy yöresinde satılık olan Ayamama Çiftliği, Yeni Çiftlik, Şamlar Köyü’ndeki Osman Bey’in Resneli çiftliğini gezmişler. Son olarak gezdikleri Firuz çiftliğini beğenerek satın almaya karar vermişler. Çünkü, gezdikleri çiftlikler içinde tarım araçları ve tesisleri bakımından en uygun olanı Firuz çiftliğiymiş. Çiftlik 1928 yılı Mayıs ayında sahibi Necip Bey’den, arazisi ekili ve çiftlikteki bütün tarım araçları ile birlikte 40.500 (Kırk bin beş yüz) liraya satın alınmıştır. Köylüler, Balcıbükte alınan karar gereği çiftlik arazisinin tapusunu Kadir Efendi (ÖZDEMİR)’in üzerine yapmışlardır.
Balcıbük köyündeki 60 hane halkı, evlerini ve tarlalarını Soğanlık köylülerine satıp 04 Aralık 1928 tarihinde taşınabilir eşyalarını ve mallarını öküz arabalarına yükleyerek konvoy halinde Balcıbük’ten ayrılmışlardır. 14 Aralık 1928 tarihinde bütün aileler çiftliğe ulaşmıştır. Gelen aileler çiftlik evlerine ve samanlıklara yerleştirilmiştir. 1929 yılında şu anki köy alanında planlı bir yapılaşma olacak şekilde her aile için evler yapılmıştır. Çiftliktekiler yasal işlemlerini 1930 yılına kadar Ambarlı Köyü Muhtarlığı’na bağlı olarak sürdürmüşlerdir. O yıl yapılan nüfus sayımında 365 kişiye, hane sayısı da 72 ye ulaştığı tespit edilmiş ve aynı yıl muhtarlık kurulmuştur. Yeni kurulan köye Firuzköy denilmiş ve ilk muhtar da Hasan Hüseyin ÖNEL seçilmiştir. Köy statüsü 12 Eylül 1980 ihtilali sonuna kadar devam etmiştir.

Amindos Çiftliği…
Bulgaristan’da artan huzursuzluklardan dolayı göç etme imkanını arayan Bulgaristan’ın Vetova ve Razgrat’ta yaşayan iki köy halkı, 1929 yılında 6–7 kişilik bir heyet gönderdi. Amaç, vatanlarında yer edinmek ve buralara yerleşmekti. Buraya gelen heyet, Ambarlı ve Firuzköy haricindeki yerlerin geniş çiftlik arazisi olduğunu görmüştür. Angurya çiftliği, Trakatya (Yakuplu) diğer tarafta eşkinoz (Esenyurt), Tahtakale çiftliği ve Amindos çiftliklerini araştırmışlar. 22 bin dönüm olan Amindos çiftliğinde ise hiç konut bulunmamaktaydı. Satılık olan Amindos çiftliğinin kendilerine uygun olduğunu düşünerek burayı satın almak istemişlerdir. Bu çiftlikte çalışan kâhyaya hiçbir evrak imzalamadan kaparo bıraktılar ve Bulgaristan’a geri döndüler. Bulgaristan’daki yerlerini ucuz fiyatlara satıp, eşyalarını at arabalarına yükleyerek, bazı aileler trenle bazı aileler at arabalarıyla zorlu geçen yolculuktan sonra şimdiki belediye binamızın olduğu yerdeki, çiftlik binası ve hayvan barınaklarına sığındılar. 40 Aile olarak buraya yerleşmeye gelenler, çiftliğin bedeli olan 80 bin TL yi aralarında toplayamadıklarından çaresizlik içinde kaldılar. Daha sonra Avcıların İlk muhtarı olacak olan Katip Mehmet ERKAN, nüfus işlemleri için Edirne’ye geldiğinde, buraya gelenlerin ne durumda olduğunu görmek için yanlarına geldi. Çiftliği satın alamadıklarını kendilerinin ise sefalet çektiğini gören Katip Mehmet ERKAN ve 1974-1977 yılları arası Belediye Başkanlığı yapan Ahmet DİCLE’nin babası Mustafa DİCLE, Ankara’ya giderek bankalardan kredi talebinde bulundular. Fakat olumsuz yanıt aldılar. Ankara’dan ayrılacakları sırada Katip Mehmet ERKAN’ın Bulgaristan’daki hocasına rastladılar. Hocası, ERKAN ve DİCLE’ye bu durumlarınızı belirten bir dilekçe yazın, ben Atatürk’ün yaverine vereyim, uygun bir zamanda Paşamıza konuyu iletsin der. Bunun üzerine dilekçe yazılarak yaverine veriliyor. Dilekçede, mağduriyetleri belirtilerek, Amindos çiftliğinin satılık olduğu ve buranın alınabilmesi için kredi çekmeleri gerektiği yazılmıştır. Bunun üzerine Atatürk; “Çiftlik olarak kredi veremeyiz” der. Ancak dilekçelerinin üzerine, “Köy tüzel kişiliğinde olursa şayet kredi verilsin” diye de bir not yazar. Kredinin alınabilmesi için Amindos Çiftliğinde yaşayan insanların oturduğu alan Avcılar Köyü yapılır. ERKAN ve DİCLE beyler bu notu Ziraat Bankasına veriyorlar. Çiftlik o zamanın parası 80 bine satılıktır. Kendilerinde 40 bin TL mevcuttur. Bankadan ise 40 bin TL talep edilmiştir. Banka şerh koyuyor ve Amindos çiftliğini 20 yıl olmak üzere ödemeli olarak tüm köylüye (Avcılar Köylüsüne) satışını sağlıyor.
Daha sonra Mısır uyruklu arap mühendis Ata beye buranın parselasyonu yaptırılmıştır. Arazi, genelde 2 şer dönümlük parsellere bölünerek Avcılar Köyü’nde yaşayan ailelere pay edilmiştir. Artık birbirine yakın Avcılar Köyü ve Ambarlı köyü oluşmuştur.
Avcılar için önemli bir bilgide, Şimdiki Stad’ın oradan başlayarak Reşitpaşa Caddesi üzerinden E-5 e kadar uzanan bölümde 66. Topçu Tümeni bulunmaktaydı. Buradaki askeri birlik, 2. Dünya Savaşında konuşlanmıştır. İstanbul Üniversitesi Avcılar yerleşke alanı askerlerin eğitim alanıydı. Şimdiki İstanbul Üniversitesinin Avcılar yurtlarının olduğu bölgede ise askeri havaalanı bulunmaktaydı. Üzeri branda kaplı tek motorlu pervaneli eğitim ve keşif askeri tayyarelerin iniş ve kalkış yaptığı yerdi.

Avcılar Köyü Genişliyor...
Amindos çiftliğini, köy olma koşulu ile yer edinen vatandaşlarımız, Ambarlı köyünün muhtarı Yahya BALABAN’ın yardımları ile, Ambarlı köyü ile Avcılar Köyü’nü 1934 yılında birleştirdi ve bu iki köye “Avcılar Köyü ” adı verildi ve köyün ilk muhtarı Mehmet ERKAN olmuştur. Şimdiki İstanbul Üniversitesi’nin kapısı önündeki kavşak alanı içinde bir çeşme bulunmaktaydı. Çobançeşme denilen bu yerde avcılar konaklardı. Zenginlerin av mevsiminde en uğrak yeri, bu bölgeydi. Avcılar, sabahın en erken saatinde buraya gelir, artık isimleriyle tanımış oldukları gençleri yanına alır avlanmaya çıkarlardı. Zaman içinde, buradaki avcılar, av bayramları düzenlemeye başlamışlar. Avladıklarını, köylüler ile birlikte burada pişirerek şenlik edasında sofralar hazırlayarak, çalgılar eşliğinde eğlenilirdi. Avcılar Köyü adını buraya avlanmaya gelen Avcılardan almıştır.

Geçim Kaynakları
İlk gelindiği yıllarda, saz samandan yapılan tek katlı bahçeli evlerde yaşamışlardır. 1924 yılından 1950 yıllarına kadar köylü geçimleri kazanmakta zorluk çekmişlerdir. Öyle ki köyün kadınları sabahın erken saatlerinde kalkıp tahta takunyalar ile yayan olarak Yeşilköy ve Florya’daki Ayama deresine yürüyerek çalışmaya giderlerdi. Balkan ülkesinden gelen köylülerimiz balıkçılığı bilmedikleri için, balıkçılık ile fazla uğraşmamış çoğunlukla kendi işleri olan çiftçiliğe önem vermişlerdir. Buğday yulaf, mısır, arpa, ayçiçeği, soğan, kavun, karpuz yetiştirilirdi. Satılmak üzere iskeleden deniz yoluyla İstanbul’a gönderilirdi. Hatta yoğurt hanede yapılan yoğurtlar yine yelkenli ve eski kum kayıklarıyla satılmak üzere İstanbul’a gönderilirdi. Hayvancılık ile fazla uğraşılmamıştır. Çoğunlukta küçükbaş hayvanları olan ailelerin kendilerinin faydalanacağı kadar büyükbaş hayvan beslerdi Oldukça tutumlu olan köylü kışlık yiyeceklerini yazdan hazırlardı. Şu anki Merkez Parkı ve Kültür Merkezinin bulunduğu alanda köye ait içinde dut ve kiraz ağaçları bulunan büyük bir bahçe bulunmaktaydı. Avcılar’ın sembolü haline gelen havuz da o zamanlardan yapılmadır. Havuzun suyu Avcılar kavşağında bulunan Çobançeşme den borular ile getirilmekteydi.