trenfrderu
 
 
 

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 666 1

 

Loading...
 İstanbul, medeniyetlere başkentlik yapmış bir dünya şehri. Bu şehrin en güzel yerlerinden biri Boğaziçi ve onun bir parçası olan Beykoz’dur. Üç bin yıllık tarihi ile Beykoz, İstanbul’da Osmanlı’nın fethettiği ilk yer olması; Sultan Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı Anadoluhisarı ile fethin müjdeleyicisi; Göksu, Küçüksu, Akbaba, İncirköy, Beykoz çayırı ile İstanbul’un mesiregahı olan bir belde. Sinesinde Yuşa hazretleri başta olmak üzere kadim Beykozlulara ebedi istirahatgah olan bir belde.

Beykoz’un tarihine ilişkin olarak bilinen en eski tarih M.Ö. 900’lerdir. Bu dönemde deniz yoluyla gelip Beykoz’u kendilerine yurt edinen Traklar, Beykoz’da yerleştiği bilinen ilk halk olarak karşımıza çıkar. Her ne kadar sanat tarihçileri ve arkeologlar çok daha önceki dönemlerde Karadeniz’den Boğaz’a doğru seyreden tepelerde Apollon tapınağı benzeri yapıların olduğunu öne sürmekte ve dolayısıyla da Beykoz’un bir kent olarak tarihini çok daha önceki tarihlere götürmek gerektiğini iddia etseler de, örgütlü bir toplumsal hayatın Beykoz’da söz konusu tarihle birlikte başladığını söyleyebiliriz.

Traklar Beykoz’a geldiklerinde, kralları Amikos’un ismine binaen, buraya “Amikos” adını vermişlerdir. Amikos, Beykoz’un bilinen en eski adıdır. Boğaz’ı geçerek Beykoz’a gelen Traklar burada Bebrik Devleti’ni kurmuşlardır. Bir rivayete göre Bebrikler isimlerini Akdeniz kıyısında, Pirenelerin kuzeyinde ve güneyinde bulunan eski bir İber kavminden almışlardır. Bebrikler M.Ö. 337 yılında Bitinyalıların saldırısına uğramış ve Bebrik Devleti uzun süren kanlı mücadele ve savaşların ardından yıkılmıştır.Beykoz (Amikos), yönetim mekanizmasının babadan oğula geçen bir krallık sistemine bağlı olduğu Bitinyalılar devrinde tam dokuz kral görmüştür. M.Ö. 74 yılında Bitinya kralı IV. Nicomedes ölüm döşeğindeyken tüm krallığını Roma imparatorluğuna devretmiştir.

M.S. 395 yılında Roma İmparatoru Büyük Teodosyus imparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ikiye bölene dek Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde yer alan Beykoz, bu tarihten itibaren Bizans İmparatorluğunun egemenliği altına girer. Pers İmparatorluğu 609 yılında Beykoz’u sınırlarına dâhil eder. Persler altmış yıl bu topraklarda kaldıktan sonra, 669 yılında Müslüman Araplar bu toprakları Perslerden alırlar. Kısa bir süre sonra çekilen Arapların ardından bölgenin hâkimiyeti yeniden Bizanslıların eline geçer. Bizanslıların bölgedeki bu üstünlükleri yedi yüz yıldan daha fazla, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid’ın bölgeyi ele geçirdiği tarih olan 1402 yılına kadar devam eder. İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed tarafından fethinden 51 yıl önce, Beykoz (Amikos) Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içerisine dâhil edilir. Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına dahil edilen kentin adı bundan böyle Amikos değil, Beykoz’dur. Beykoz isminin nereden geldiğine ilişkin olarak da çeşitli rivayetler söz konusudur. Bu rivayetler içerisinde en bilineni, Beykoz isminin Kocaeli beylerbeylerinin Beykoz’da oturmasına nispetle üretilenidir.

Rivayete göre Farsçada köy anlamına gelen kos sözcüğünün Türkçe bey sözcüğüne eklenmesi sonucunda ortaya çıkan Beykos (Beyköyü) sözcüğü kentin adı olarak kalmıştır. Beykos zamanla Beykoz’a dönüşmüştür. Bilinen bir başka rivayet ise, Beykoz isminin, kentin Osmanlı idaresi altına girdiği dönemden sonra kentte inşa ettirilen On Çeşmeler adlı bir çeşmenin yanında bulunan büyük bir ceviz ağacına binaen ortaya çıktığını iddia etmektedir. Bu rivayete göre söz konusu dönemde koz kelimesi ceviz sözcüğünü nitelemek üzere kullanılmaktadır. Bu yörede ceviz ağaçlarının çok fazla sayıda bulunması nedeniyle de bu yöreye Binkos adının verildiği ve bu ismin zamanla Beykoz ismine dönüştüğü öne sürülmektedir.

Muhteşem dereleri, birbirinden güzel mesire yerleri, bereketli toprakları, cömert denizi ve aynı zamanda geniş bir av sahası da olan yemyeşil ormanlarıyla bir masal kentini andıran Beykoz, Osmanlı Devleti tarihinde önemli bir yere sahiptir. Av alanlarının uygunluğu münasebetiyle Osmanlı yönetici sınıfının gözde mekânlarından birisi olmuştur Beykoz. Padişah başta olmak üzere avın kendileri için bir tutku olduğu saray erkânı, Osmanlı’nın son dönemlerine dek Beykoz’u kendilerine mesken tutmuşlardır. Özellikle Tokat Bahçesi, bugünkü Akbaba köyü civarı ve Çubuklu yöresinde düzenlenen av partileri ile ilgili birçok tarihsel anekdot ve resmi kayıt söz konusudur. Ünlü seyyah İbn Battuta’dan öğrendiğimize göre, av partileri Türk yönetici sınıfının ayırt edici özelliklerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bölgeler Osmanlı yönetici sınıfının avlanma yeri olarak tayin edilmiş bölgeler olup, tebaadan birilerinin avlanması yasaklanmıştır.

Beykoz’un gözdesi köşklerin bu bölgede ortaya çıkışları doğrudan bu av merakıyla bağlantılı bir gelişmedir. Zamanla padişahların ve önde gelen saray erkânının konaklayabilmesi için birbirinden güzel av köşkleri inşa edilmiştir Beykoz’da. Bu bağlamda bugün maalesef arkasında herhangi bir iz bırakamayan, tarihsel önemi haiz av köşklerinden olan Tokatköy’deki Tokat Kasrı ve bahçelerine değinmek yerinde olacaktır. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Tokat Kasrı’nın Fatih Sultan Mehmed tarafından yapıldığını şu cümlelerle anlatmıştır.

Fatih Sultan Mehmet'in seferde olan sadrazamının gönderdiği haberci, nefes nefese, heyecanla Tokat'ın fethedildiği müjdesini verince Fatih Sultan Mehmet: "Tez şurada bir bahçe yapılsın ismine de Tokat bahçesi denilsin. Tokat surlarına benzeyen bir set çekilsin (…)" demiş. Etrafı surlarla veya çitlerle çevrili bu bahçe içerisinde bir zarafet timsali bir köşk, muhteşem bir havuz, enfes bir şadırvan ve güzel bir hamam yaptırılmış, geniş bir alana sahip olan bahçesinde ise av hayvanları yetiştirilmiştir. Bu yapının yer aldığı Tokatköyü’ne muhteşem bir kemerli beton köprü üzerinden geçmek suretiyle varılmaktadır. Bu kasrın ve bahçenin bakımı emri altında yüz bostancının bulunduğu bir bahçıvan başı tarafından sürdürülmüştür. Bu kasrın özellikle genç yaşta tahta çıkan IV. Murat (1623-1640) tarafından çok beğenildiği bilinmekte, onun bu bahçenin çimenliğinde cirit oynattığı söylenmektedir. Yapıldığı tarihten itibaren Tokat Kasrı’na ve Beykoz’un bizatihi kendisine tahta geçen bütün Osmanlı Padişahları’nın rağbet gösterdikleri bilinen bir gerçektir. En fazla tercih edilen av türleri kuş, geyik ve karaca avı olmuştur. Kuş avı daha ziyade doğanlar kullanılarak yapılırken, geyik ve karaca avı eğitilmiş köpekler kullanılarak yapılırdı. Özellikle yenileşme döneminin Osmanlı Devleti’nde nasıl bir seyir aldığını izlemek açısından Beykoz’da düzenlenen av partileri oldukça enteresan malzemelerle doludur. On sekizinci yüzyıl sonrasında Sakson türündeki av köpekleri Avrupa’dan getirilmeye başlanmıştır. Ava en düşkün padişahın kendisi için “avcı” lakabının kullanıldığı IV. Mehmed (1642-1693) olduğu söylenir. IV. Mehmed’in en kısa avının üç ay sürdüğü rivayet edilir. IV. Mehmed av merakı nedeniyle devlet işlerini ihmal etmekle suçlanmış, bunun üzerine kendisine yöneltilen eleştirilere tepki olarak tahtını Edirne’ye taşımıştır.

Osmanlı tarihinin en önemli seyyahlarından olan Evliya Çelebi, Beykoz’u şu satırlarla anlatır: “(…) lebi deryadan bağlar kenarından gitmek üzere Servi Burnun’nun üç bin adım güney tarafında, bir liman-ı âzimin kenarındadır. Sekiz yüz haneli, bağ ve bahçeli, mamur bir kasabadır. Camii, mescidi, hamamı, sibyan mektebi, küçük sokakları, ağaçlarla müzeyyen çarşı ve pazarı vardır. Çarşı ve pazarı çok bakımlıdır. Halkı bahçıvan, oduncu ve balıkçıdır. Ab-ı havası nefistir. İskelesinde bir kılıç balığı dalyanı vardır. Beş altı gemi direğini birbirine bağlayıp denize dikmişlerdir. Karadeniz tarafından kılıçbalıkları geldiğinde direğin tepesindeki âdemler ellerindeki taşları kılıçbalıklarının arkasına doğru atınca balıklar emin yerdir diye liman ağzına doğru girer. Burada ağlara takıldıklarında balıkçılar kayıklarla kılıçbalıklarına yanaşıp kargı ve tokmaklarla bunları avlarlar. Buradan içeride Akbaba, Sultan, Ali Bahadır, Dereseki, Alemdağ, Koyun Korusu, Yuşa Nebi mesireleri vardır.”

Merkez Mahallesi İskele Meydanı’nda bulunan diğer bir adı İshak Ağa Çeşmesi olan “Beykoz On çeşmeler”, Osmanlı’dan günümüze kalan şaheser bir çeşmedir. Ünlü Türk Sanat tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice’nin deyimiyle “Dünyanın sayılı mimari eserlerinden biri” sayılan On çeşmelerle ilgili Türk edebiyatında şiirler yazılmış, meşhur ressamlarımız tarafından resmedilmiştir. Ünlü ressamlarımızdan İbrahim Çallı’nın “İshak Ağa Çeşmesi” tablosu önemlilerinden biridir.Beykoz On Çeşmeleri, 1159 yılında, Kanuni Sultan Süleyman’ın has odabaşısı Behruz Ağa, Mimar Sinan’a yaptırmıştır. 1746’da da İshak Ağa’nın tamiratı ile günümüzdeki şeklini almıştır.

Anadolu Feneri, İstanbul'un Asya yakasında İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'le birleştiği kuzey ucunda Yon (Hrom) Burnu üzerinde bulunan deniz feneridir. Karşısındaki Rumeli Feneri'nden 2 deniz mili uzaktadır. Fenerin bulunduğu köy de aynı isimle ( Anadolufeneri ) adlandırılır.Bulunduğu köye de adını veren fener 1834 yılında kurulmuştur. Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin Boğaz'ın ve Karadeniz'in girişlerini görebilmeleri için yapılmasına karar verilen fener 15 Mayıs 1856'de Fransızlar tarafından karşı sahildeki fenerle beraber kule kısmı yapılarak işletilmeye başlandı. 1933'de Fransızlara verilen 100 senelik işletme imtiyazı iptal edildi ve tamamen Türklere geçti.

Beykoz neredeyse iki yüz yıllık bir sanayi havzası. 19. Yüzyıl’ın başlarına kadar güzellikleri, sessizliği ve yeşillikleriyle anlatılarda önemli bir mesire yeri olarak yer alan Beykoz ve çevresi Tanzimat sonrası devlet eliyle başlatılan sanayileşme çabalarının görünürlük kazandığı ilk mekânlardan birisi oldu. Kağıt, deri, çuha, mum, cam gibi o dönem öncelikle ihtiyaç duyulan pek çok maddenin imal edildiği fabrikalar bu bölgede art arda kuruldu. Çoğunluğu devlet tarafından kurulan bu "fabrika-i hümayunlar" sayesinde Beykoz ve çevresi Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk sanayi havzasından birisi oldu. O tarihlerden iki binli yıllara kadar bu bölgede hep fabrikalar ve tabii orada çalışan çok sayıda işçi oldu.

1810 yılında tabakhane olarak kurulan Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası İstanbul’un en eski fabrikalarından biridir. Fabrika Osmanlı ve Türk ordusuna ayakkabı deri ürünlerinin tedarikini sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu dönemine (II. Mahmut döneminden imparatorluğun yıkılışına kadar), Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve birçok tarihi olaya şahitlik yapan fabrika 1933 yılında Sümerbank’a devredilmiştir. O zamandan bu yana hafızalarımızda asla eskimeyen sağlam Sümerbank ayakkabıları olarak yer edinen deri kunduralarının üretimini gerçekleştirmiştir.

Beykoz Tekel Fabrikası; yabancı bir mimar tarafından (ismi bilinmiyor) projelendirildi ve Cumhuriyetin ilk fabrikalarından biri olarak 1920'li yılların sonunda hizmete açıldı. Fabrika tarihi boyunca hiç zarar etmedi. Hatta kapatıldığı 2000'li yıllarda bile Türkiye'nin içki, ispirto, alkol ihtiyacının çoğunu karşılamıştı. Bölge Sultan Abdülhamid zamanında Organize Sanayi Bölgesi ilan edilmişti ve burada fabrikalar mevcuttu. 1800'lerin sonlarında mum fabrikası olan ve yabancılar tarafından işletilen binayı 1922 yılında Türkler satın almış ve burada içki üretimine başlamışlar. Atatürk'ün çok istediği rakı fabrikası 1929 yılında Hasan Hulki Bey isimli kimyager şahıstan satın alınıp projeler hazırlatılmış ve ek binalar yapılmıştır. Çok geçmeden fabrika Türkiye'nin en büyük ve tüm ihtiyacını karşılayan alkol fabrikası olmuştur.Cumhuriyet döneminde;  Şişecam (Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş), Türkiye'nin cam ihtiyacını karşılamak amacıyla İstanbul'un Paşabahçe semtinde 4 Temmuz 1935'te faaliyete geçen bir fabrikadır. Fabrikanın bu semtte kurulmasıyla birlikte Paşabahçe semti cam üretimi ile anılır olmuştur.

Boğazın en güzel noktasında, muhteşem doğasıyla yer alan Boğazın İncisi Beykoz bir sanayi şehriydi artık. 2000'li yıllardan sonra fabrikaların kapanması ve taşınmasının ardından ilçemiz, konut, turizm, sağlık ve eğitim bölgesi olarak tanımlanmaya başladı. Belediye yönetimi olarak bölgenin turizm, eğitim, sağlık ve kültür vizyonunu geliştirmeye ve bu doğrultuda projeler oluşturmaya odaklandık. Kanal Riva, Karlıtepe Mesire Alanları, 5'e ulaşan üniversitelerimiz, Beykoz Arena Spor Kompleksimiz, Kılıçlı Film Platomuz ve devam eden bir çok vizyon  projemizle ilçemizin geleceğine emin adımlarla yön veriyoruz.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 44 55

 

Loading...
Bizans döneminde, Beşiktaş kent (sur) dışı bir yer olduğu için, yönetsel bir statüye sahip değildi. Ancak, Osmanlı döneminde yerleşme yeri kimliği kazanmaya başlayınca kent yönetimindeki yerini almıştır.
 
16. yüzyılda İstanbul sur dışına taşıp, Galata, Üsküdar ve İstanbul Boğazı’nın iki kıyısı boyunca yeni yerleşmelerle büyük bir metropol haline gelince, kent yönetimi de bu gelişmeye koşut biçimde düzenlendi. Geleneksel olarak bir Osmanlı kentinde yargı yetkisi yanında yönetsel görevleri de olan tek bir kadı bulunurdu. Ama İstanbul'da tek kadı'nın böyle bir yükü taşıyamayacağı görülerek kent İstanbul (suriçi) ve Bilâd-ı Selâse (üç belde) adı verilen bölgelere ayrıldı. Bilâd-ı Selâse’yi oluşturan Eyüp, Üsküdar ve Galata’ya ayrı birer kadı atandı. Beşiktaş da kentin Kâğıthane’den Rumelikavağı’na kadar uzanan Rumeli yakasının yöneticiliğini üstlenen Galata Kadılığı’na bağlandı.
 
19. yüzyıl başlarına kadar bu biçimde yönetilen Beşiktaş’ta bu süre içinde oluşan mahalleler şunlardı: Sinanpaşa, Vişnezade, Şenlik Dede, Ekmekçibaşı, Uzuncaova veya Rum Ali, Sormagir Odaları, Abbas Ağa, Topal Hoca, Sinanpaşa Mescidi, Çarakçı Limanı, Kılıç Ali Paşa, Hanım Kadın, Yahya Efendi, Ortaköy, Mülki Hatun, Defterburnu, Kuruçeşme, Bebek köyü ve Kayalar. 1846-1879 arasında Zaptiye Müşiriyeti, 1879-1908 arasında da Zaptiye Nezareti döneminde Beşiktaş’ın önemi arttı. Çünkü hanedanın önce Dolmabahçe Sarayı’na daha sonra da Yıldız Sarayı’na taşınmasıyla Beşiktaş kent içinde farklı bir statü kazandı.
 
Özellikle II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) son derece sıkı korunan âdeta bir “yasak şehir” görünümüne büründü. Resmi adı “Zaptiye Nezareti Beyoğlu Mutasarrıflığı Beşiktaş polis memurluğu” olan ve halk arasında “Beşiktaş Muhafızlığı” diye anıldı.
 
Tanzimat sonrasında hızlanan devlet örgütündeki yenilenme belde yönetimindeki ilk etkisini İstanbul'da gösterdi. 1854'te şehremanetinin ve ardından Paris örnek alınarak kenti belediye dairelerine ayırma kararının ilk uygulaması olarak Beyoğlu'nda 6. Daire-i Belediye’nin kurulmasıyla bu yolda temel adım atıldı. Uygulamanın tüm kente yaygınlaşması 6 Ekim 1868 tarihli Dersaadet İdare-i Belediye Nizamnamesi’nin yayımlanmasından sonra mümkün oldu.
 
Bu nizamnameye göre 14 belediye dairesine ayrılan İstanbul'da Beşiktaş 7. Daire olarak nitelenir ve sınırları “Dolmabahçe’den sahilen Kayalar’a ve berren (karadan) Levend Çiftliği ve Şişli Feriköyü’ne kadar olan karyeler (köyler)” diye tanımlanır. Nizamnamenin uygulaması henüz on yılı aşmışken 5 Ekim 1877 tarihinde çıkartılan Dersaadet Belediye Kanunu ile belediye dairelerinin sayısı 20 olmuş, sınırlar yeniden çizilmiştir. Bu kanuna göre Beşiktaş merkezi Beşiktaş olan 8. Daire ile merkezi Arnavutköy olan 9. Daire’ye ayrılmıştır.
 
Beşiktaş da Beyoğlu Mutasarrıflığı’nın yetki alanı içindeydi. Bu yapı 1923'te Cumhuriyet’in ilanına kadar sürmüştür. Cumhuriyet döneminde bütün mutasarrıflıklar il haline getirilince İstanbul da kısa bir süre (1924-1926) üç il olarak yönetilmiş, 1926’da iller yeniden düzenlenirken Beyoğlu ile Üsküdar ilçe yapılmıştır. Beşiktaş 1930’da Beyoğlu'ndan ayrılarak ilçe statüsü kazanmış, Ortaköy ile Arnavutköy de bucak merkezi olmuştur. Aynı yıl yürürlüğe giren 1580 sayılı Belediye Kanunu ile İstanbul'da özel yasası olan Şehremaneti yönetimi kaldırılmış, belediye kurulmuştur. Gene de İstanbul'un büyüklüğü göz önüne alınarak her ilçede bir belediye şube müdürlüğü kurulması öngörülmüştür. Bu dönemde valiler aynı zamanda belediye başkanı oldukları gibi kaymakamlar da belediye şube müdürlüğü görevini yürütmüşlerdir.
 
Beşiktaş’a ilk kez 1956’da ayrı bir belediye şube müdürü atanmıştır. Beşiktaş 1930’da ilçe olduğunda Abbasağa, Arnavutköy, Bebek, Cihannüma, Dikilitaş, Mecidiye, Muradiye, Ortaköy, Sinan Paşa, Teşvikiye, Türkali (eski Rumali), Vişnezade, Yıldız ve Kuruçeşme adlarını taşıyan 14 mahallesi vardı. Bunlardan Teşvikiye Mahallesi 1954’te ilçe olan Şişli’nin sınırları içine katılmıştır. Son 50 yılda oluşan yeni yerleşmelerle mahalle sayısı 23’e ulaşmıştır.
 
Kaynak: Dünden Bugüne Beşiktaş kitabı, Tarih Vakfı/Beşiktaş Belediyesi Yayınları

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 1 990

 

Loading...
11 mahalleden ve yaklaşık 273 bin yerleşik nüfustan oluşan bir yerleşim yeridir. Nüfusu gün içinde 1 milyona yaklaşmaktadır. Bayrampaşa, doğudan Eyüp, batıdan Esenler, güneyden Zeytinburnu, kuzeydoğudan Gaziosmanpaşa ile çevrilidir.

Bayrampaşa günümüzde 11 mahalleden ve yaklaşık 273 bin yerleşik nüfustan oluşan bir yerleşim yeridir. Bayrampaşa; iş, eğitim, kültür, alış-veriş ve önemli bir ulaşım noktasını bünyesinde barındırmasından dolayı nüfusu gün içinde 1 milyona yaklaşmaktadır. İstanbul’un Avrupa yakasında yer alan Bayrampaşa, doğudan Eyüp, batıdan Esenler, güneyden Zeytinburnu, kuzeydoğudan Gaziosmanpaşa ile çevrilidir. Eyüp’ün bir semti olan Bayrampaşa’ya 1990 yılında ilçe statüsü verilmiştir.

Bugün çağdaş bir kent görünümünde olan Bayrampaşa’nın tarihi,  Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanmaktadır. 1453’te Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u kuşatması sırasında, askeri yığınak ve karargah yeri olarak seçilen Bayrampaşa, daha sonra savunma amaçlı kullanılmış, bölgeye askeri hastane, kışla ve sığınaklar yapılmıştır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bayrampaşa

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, Osmanlı’nın Balkan hakimiyetinin sona ermesiyle birlikte binlerce Müslüman Balkan coğrafyasından, İstanbul ve Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır. 1927’de Bulgaristan’ın Filibe şehrinden göç eden ve yöreye ilk yerleşen göçmen grup, bölgede tarım ve hayvancılık yapmıştır. Bu doğrultuda, Velibey (Demirkapı), Ferhatpaşa ve Cicoz çiftlikleri kurulmuş, bugün Numunebağ ve Abdi İpekçi Caddesi olarak adlandırılın alanda bağcılık yapılmıştır. Bayrampaşa’nın gelişip bugünlere gelmesinde Balkanlar’dan göç edenlerin katkısı asla göz ardı edilemez. 1927’de Bulgaristan’dan başlayan, 1950’lerde Makedonya’dan gelen insanlarla artan ve 1960’lı yıllarda Yugoslavya’dan göç eden Boşnaklarla doruğa ulaşan göç dalgası, Bayrampaşa’nın sosyo-kültürel altyapısının oluşmasında fazlasıyla etkili olmuştur. Balkan göçmenlerinin çalışkanlığı, aile bağlarına verdiği değer, Bayrampaşa’nın İstanbul’un en güzel ilçelerinden biri olması yolunda önemli katkılar sağlamıştır.

1927’den itibaren gruplar halinde Bulgaristan ve Yugoslavya’dan gelen göçmenlere ilaveten 1955’te İstanbul’un iki büyük caddesi olan Vatan ve Millet Caddeleri yapılırken evleri istimlake uğrayan vatandaşların çoğunun Sağmalcılar Köyü’ne yerleşmesi, bölge nüfusunun artmasına neden olmuştur. Türkiye’de 1950’den itibaren kendini gösteren kentleşme olgusuna bağlı olarak, Anadolu’dan İstanbul’a göç eden insanların bir bölümü yerleşim yeri olarak Bayrampaşa’yı seçmiştir. Bölgeye 1950’li yıllarda yapılan fabrikalar, Bayrampaşa’nın yerleşim alanı olarak tercih edilmesinde oldukça etkili olmuştur.

Mimar Sinan tarafından İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan ve o dönemde aktif durumda olan temiz su kanallarına, binaların atık su giderlerinin hatalı bağlanması sonucu semtte kolera salgını baş göstermiştir. Salgına bağlı olarak çok sayıda insan yaşamını yitirmiştir. Dönemin yöneticileri tarafından, Sağmalcılar adının zihinlere kolera sözcüğüyle birlikte yerleştiği düşünülerek, Dördüncü Murad’ın sadrazamlarından Bayram Paşa’nın burada bir çiftlik sahibi olmasından esinlenilerek Sağmalcılar adı, 1971’de Bayrampaşa olarak değiştirilmiştir.

1970 öncesinde tarıma dayanan bir ekonomisi olan Bayrampaşa, 1970 sonrası hızlı kentleşmeye bağlı yoğun göç sonucunda, ekonomisi sanayi ve ticaret ağırlıklı bir ilçe olmuştur. Ağır bir sanayisi olmayan Bayrampaşa'da, sanayi; yedek parça, otomobil tamiri, kalıpçılık, elektrik elektronik parça üretimi, hırdavat alet üretimi, plastik döküm, soğuk demir işlemesi, talaşlı üretim, tekstil gibi alanlara yönelmiştir. Gününüzde Bayrampaşa’da tarım alanı mevcut değildir.

Tarihi eserler bakımından önemli bir yeri olan ve bugün Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü hizmet binası olarak ayrılan Maltepe Askeri Hastanesi, 1827’de yaptırılmıştır. Bina dört cephelidir. Orta yerinde büyük bir avlusu vardır. Ön cephesi tek, öteki yönleri ikişer katlıdır. Tavanları yüksek, odaları ve koğuşları geniştir. 1922’de lağvedilen hastane bir müddet askeri okul ve daha sonra kışla haline getirilerek 66. Tümen’in karargahı olarak kullanılmıştır. Ferhat Paşa Çiftliği 20.yy. başlarında merhum İbrahim Turhan tarafından ilçemize kazandırılmıştır. Balkan Harbi yıllarında Selanik’ten Türkiye’ye gelen İbrahim Turhan, Litros’a -bugünkü Esenler- gelir. Bu bölge o yıllarda Rum köyüdür. İbrahim Turhan bu bölgeye Türklerin yerleşmesinde öncülük eder ve geniş bir arazi satın alarak burada bir çiftlik yaptırır. Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Koca Sinan tarafından Bayrampaşa’da yapılan su terazilerinden ve su maslaklarından günümüze pek az iz kalmıştır.

1994 yılından sonra belediyenin planlı çalışmaları sonucu Bayrampaşa, estetik dışı görüntüsünden kurtulmaya başlayarak, modern bir siluet kazanmış ve öz aurası ile İstanbul'un yükselen yıldızı olmuştur. Hızlı bir değişim süreci geçiren Bayrampaşa’da kısa sürede alt ve üst yapı sorunları çözülmüş, eğitim, kültür, sağlık, spor alanında önemli projeler üretilmiş, ekonomik ve sosyal hayatı iyileştiren çok sayıda mekan halkın hizmetine sunulmuştur. 1994’ten günümüze kadar, Bayrampaşa Belediyesi tarafından bilgi evleri, bilgi merkezleri, sağlık birimi, spor tesisleri, kültür salonları, beşi bir yerde hizmet merkezleri kurulmuş ve 70’den fazla park yapılmıştır. Bayrampaşa’da açılan Carrefour, Bauhaus, Forum İstanbul Avm, Ikea, ve Koçtaş ilçenin ticari hayatını canlandırmış, Bayrampaşa’yı İstanbul’un popüler ilçelerinden biri haline getirmiştir. Ayrıca Vatan ve Yenidoğan mahallelerinin arasında bulunan Demirkapı Caddesi, Bayrampaşa'nın ticaret merkezi sayılabilir. Ulaşım sorunu bulunmayan Bayrampaşa’da, metro ulaşımda büyük kolaylık sağlamakta, metro ile başta havaalanı olmak üzere, İstanbul’un diğer önemli merkezlerine rahatlıkla seyahat edilebilmektedir. İlçemizden, İstanbul’un diğer ilçelerine metronun yansıra, otobüs ve dolmuş seferleri mevcuttur. İlçemiz önemli noktalara yerleştirilen kameralar vasıtasıyla, güvenlik birimlerimiz tarafından 7/24 kesintisiz izlenmekte, böylece güvenliği bozan olayların önüne geçilmektedir.

Mayıs 1994’te Bayrampaşa’da hizmete giren İstanbul Büyük Otogarı, İstanbul’un en büyük ulaşım noktasıdır. Günde yaklaşık 15 bin otobüsün hareket etmesine imkan veren Büyük İstanbul Otogarı’nda 5 binden fazla kişi istihdam edilmektedir. Halen 168 adet acente, 350 otobüs firması, 350 işyeri otogarda faaliyetlerini sürdürmektedir.

Bayrampaşa’da, 1 devlet ve 4 özel olmak üzere toplam 5 hastane bulunmaktadır. Bu hastanelerin toplam yatak kapasitesi 250’dir. Sağlık Grup Başkanlığımıza bağlı 3 Sağlık Ocağı, 2 Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezi, 1 Verem Savaş Dispanseri mevcuttur. Yine ilçemizde 1 adet semt polikliniği ve dispanser hizmet vermektedir. Ayrıca 12 özel poliklinik mevcuttur. Öte yandan Bayrampaşa Belediyesi tarafından açılan, Kadın ve Aile Sağlığı Merkezi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi, Sağlık Hizmetleri Birimi vatandaşlarımıza sağlık hizmeti sunmaktadır.

Bayrampaşa’da yaşayan insanların okuma yazma oranının yüzde 99 olduğu tahmin edilmektedir. İlçemizde 25 ilköğretim okulu bulunmaktadır. Bu ilköğretim okullarında faaliyet gösteren anaokullarına ek olarak, Hacı Halide Canayakın Anaokulu, Tuna Anaokulu ve Bayrampaşa Belediyesi tarafından kurulan Bayram Yuva 1 ve Bayram Yuva 2 çocuklarımıza eğitim vermektedir. Bayrampaşa’da 1 Anadolu Lisesi, 3 tanesi yabancı dil ağırlıklı olmak üzere, 5 Genel Lise, 1 Ticaret Lisesi, 2 Anadolu Teknik Lise, 1 Endüstri Meslek Lisesi, 1 Teknik Lise ve 1 Kız Meslek Lisesi olmak üzere toplam 12 lise bulunmaktadır. Mevcut eğitim kurumlarına ek olarak, Bayrampaşa Belediyesi’nin hayata geçirdiği BAYGEM (Bayrampaşa Gençlik Merkezi), Bilim Merkezleri, Bilgi Evleri gençlerimize ve çocuklarımıza temel ve destekleyici eğitimler vermektedir. İlçemizde, Mesleki Eğitim ve Halk Eğitim Merkezlerinde çeşitli konularda halkımıza mesleki eğitimler verilmektedir.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
0212 414 97 00

 

Loading...
Bakırköy, İstanbul’un batı yakasında M.S. 384 yılında Konstantin tarafından bir eğlence ve sayfiye yeri olarak kurulmuştur.

Bakırköy’ün tarihi İstanbul’un tarihidir. Bakırköy, Bizans döneminde eski önemini koruduğu gibi, aynı zamanda askeri ve siyasi bir merkez olan Hebdomon ismiyle anılmaktaydı. Bakırköy zamanla Jeptimun, Makrohori, Makriköy, 1925’te de bugünkü Bakırköy adını almıştır.

Bakırköy’ün tarihinde kuşkusuz en önemli olay 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’dır. (Doksanüç Harbi) Plevne Kalesini ele geçiren Ruslar, İstanbul üzerine yürüdüler. Ayastefanos’u (Yeşilköy) işgal ederek karargah olarak kullanmaya başladılar. Tarihte Ayastefanos Antlaşması ile geçen belge 3 Mart 1878’ de burada imzalandı. Makriköy’ün Cumhuriyet öncesinde yaşadığı önemli bir olay da Fransız askeri birliklerince işgalidir. Ankara ordularınca bu işgal ortadan kaldırılmış ve Bakırköy Cumhuriyet dönemine adım atmıştır. 19.yy’ın sonlarından itibaren İstanbul’un bir ilçesi durumunda olan Makriköy’ün adı 1925 yılında ulusal sınırlar içinde yabancı adların değiştirilmesi sırasında Bakırköy’e dönüştürülmüştür.

Bakırköy 1990’larda tümüyle kentleşmiş bir yönetsel birime dönüşmüştür. 1989’da Küçükçekmece çıkarılarak ayrı bir ilçe yapılmıştır. 1992’de Bakırköy ilçe sınırları yeniden düzenlenerek Bahçelievler, Güngören, Bağcılar ve Esenler adıyla yeni ilçeler oluşturulmuştur.

Günümüz Bakırköy merkezindeki en eski yapı olan Çarşı Camii Bakırköy’ün gerçekten de 17. yüzyılla birlikte canlandığının yaşayan bir kanıtıdır. Çarşı Camii 1601’de inşa edilmiştir. Camiyle birlikte bir çeşme ve bir de hamam yapılmıştır.

Azadlı Baruthanesi’nin kuruluşunda Barutçubaşı Ohannes Dadyan görev almış olup adını taşıyan Dadyan İlkokulu günümüzde de faaliyetini sürdürmektedir.

Bakırköy merkezinde Ermeni Mezarlığı yanında Rum Mezarlığı da varlığını sürdürmektedir. Galleria’nın olduğu alandan Ayamama Deresi’ne kadar olan kıyı kesiminde 1970’lerin ortalarına kadar çok sayıda Roma ve Bizans dönemine ait çeşitli kalıntılara ait parçalar görülebilmekteydi. Ayamama Deresi civarındaki çeşitli temel kazılarında ise İlk Tunç Çağı’na ait çok sayıda eser bulunmuştur. Kanuni döneminin İskender Çelebi Bahçesi ile Baruthaneye ait çeşitli yapılar da bu sahil şeridinde yer almaktadır.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


  ÇAĞRI MERKEZİ
  0212 484 38 00

 

Loading...
İstanbul’un Avrupa yakasındadır. Güneyden Bakırköy’e, batıdan Küçükçekmece’ye, kuzeyden Bağcılar’a ve doğudan Güngören’e komşudur. 1992 yılında Bakırköy’den ayrılarak ilçe olmuştur. Yüzölçümü 16.7 kilometrekaredir.

Bahçelievler İlçesi, Cumhuriyet, Çobançeşme, Fevziçakmak ve Hürriyet mahallelerinin Yenibosna bölgeleri, Kocasinan, Siyavuşpaşa, Soğanlı, Şirinevler, Yenibosna, Zafer ve Bahçelievler olmak üzere 11 mahalleden oluşmaktadır. Bahçelievler’e bağlı bucak ve köy yoktur.

1950’li yıllara kadar bugün Bahçelievler ilçesinin bulunduğu bölgede Kocasinan ve Yenibosna köyleri vardı. Bahçelievler’in bulunduğu kesim, Bakırköy’ün O-1 karayolunun (eski E-5) kuzeyine doğru büyümesiyle oluşmuştur.

Bahçelievler’in nüfusu da, komşu ilçelerinin nüfusu gibi, 60’lı yıllardan itibaren çok hızlı bir artış gösterdi. 1960 yılında 8.500 olan nüfus, 5 yıl sonra 1965 yılında 20.881’e çıktı. 1975 yılında ise Bahçelievler’in nüfusu 100 bini aşıyordu.

TARİHİ VE KÜLTÜREL ZENGİNLİKLER

1 ) Havuzlu Köşk (Siyavuşpaşa Kasrı) :
Havuzlu Köşk (Çavuş Başı) Milli Egemenlik Parkının içinde bulunmaktadır. Yapılan ek ve değişikliklere karşın, köşkün genel görünüşü 16. Yüzyıl Osmanlı sivil mimarlığının tüm özelliklerini yansıtmaktadır. Günümüzde çocuk kitaplığı olarak değerlendirilmektedir. Adını 16. Yüzyılda Sultan III. Mehmet zamanında iki defa sadrazamlık yapmış olan Siyavuşpaşa‘dan almıştır.

2 ) Çobançeşme Köprüsü :
Londra Asfaltı’nın Atatürk Hava Limanı Kavşağında yer alır Altı kemerli 38 metre uzunluğunda yontma taşlardan yapılmıştır. Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait bu köprü, suyu bol Ayamama Deresi üzerine kurulmuş iken şimdi suları çekilmiş kuru bir dere yatağı üzerinde durmaktadır.

3 ) Viran Saray (Viran Bosna)
Yenibosna Merkez Mahallesinde Yenibosna İlköğretim Okulu’nun güneybatısında yer almaktadır. Şu anda tamamen viran olmuş, sarayın kalıntıları vardır. Yapılan incelemede Osmanlı Dönemine ait olan saray, bugünkü Yugoslavya’da bulunan Bosna kentinden ismini almıştır. Önceleri Saray Bosna iken saldırı sonucu yıkıldıktan sonra Viran Bosna adını almıştır.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


  ÇAĞRI MERKEZİ
  0212 410 06 00

 

HAZIRLANMAKTA
Bağcılar, Osmanlı döneminde Rum ahalinin yaşadığı Mahmutbey Nahiyesi´nin köylerinden biriydi.

Mahmutbey Nahiyesi 1950´li yıllarda içinde jandarma karakolu, sağlık merkezi, eczanesi, postahanesi, elektrik birliği,sineması, misafirhanesi, köy muhtarlığı ve okul müdürlüğü lojmanı bulunan bir köy konağına sahipti. 1990´lı yıllara gelindiğinde hiç bir alt yapısı olmayan, çamur içinde yüzen sokakları ve caddeleriyle büyük bir köy hüviyetine bürünmüştü.

Bağcılar, 1992 yılına kadar Bakırköy Belediyesi´ne bağlı bir yerleşim birimi iken Kirazlı, Güneşli ve Mahmutbey semtlerinin birleştirilmesi sonucu 3806 sayılı yasa ile müstakil belediye ve ilçe haline getirilmiştir.

TARİHİ ESERLER
Tarihi eser açısından çok zayıf bir yerdir. İlçemizde buna rağmen küçük de olsa belirli tarihi kalıntılara rastlamak mümkündür.

Kaşıkçı Çeşmesi : Bugünkü Beltaş Kumaş Fabrikası´nın altında kalan bu çeşme, konaklama hanı, hamam ve su sarnıcı ile küçük bir külliye gibi idi. Avrupa´dan gelen tüccarlar ve gezginler burada konaklar ve bu konaklama esnasında İstanbul Şehremini´nden, şehre giriş izni alırlardı.

Çifte Gelinler Çeşmesi : Tarihi ipek yolu güzergâhında Mimar Sinan modeli kesme taştan yapılmış olan bu çeşmede birbirlerine ters istikamette hayvanların ve insanların ayrı ayrı su içebileceği bölümler bulunmaktaydı. Ayrıca bu çeşmenin yanında yolcuların cuma ve bayram namazı kılması için bir minber de bulunmaktaydı. Bu çeşmeden bugün herhangi bir kalıntı mevcut değildir. Ayrıca Mahmutbey Mahallemizde Osmanlı Dönemi´nden kalma Acı Çeşme, Burmalı Çeşme, Hüseyin Ağa Çeşmesi ve Demirli Çeşmeleri hala hizmete devam etmektedir.

Tavukçu Köprüsü : Bugünkü Tavukçu deresi üzerinde bulunan ve kesme taştan yapılmış kemerli bir köprü idi.

Su Kemerleri : Askeri saha içinde kalan 2 adet su kemeri halen mevcuttur.

Tarihi İpek Yolu : Tamamen düz kesme taşların yan yana dizilmesi ile asırlarca hizmet veren bu yolun taşları sökülerek köyün cami ve okul duvarında kullanılmıştır.

Su Yolları : Halkalı Suları adı altında İstanbul´a su taşıyan 17 su yolundan bir tanesi de Bağcılar´dan gitmekte olup Hekimoğlu Ali Paşa Vakıf Suları adı altında bilinmektedir.

Sanal Tur Form ve Ödemeler Borç Sorgulama E-İmza Doğrulama Kurumsal E-Posta SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
0216 382 3 382

 

Loading...
Batı kaynaklarında Prens Adaları olarak da bilinen Adaların,  2000 yıllık bir tarihe sahip olduğu bilinmekle beraber bunun hakkında çok az bir bilgiye sahip bulunmaktayız.

Adalar İstanbul kuşatması sırasında Gelibolu’lu balıkçı reisi Baltaoğlu Süleyman Bey tarafından 17 Nisan 1453’te fethedilmiştir.

Adalar, 1854  yılında kurulan İstanbul Şehremaneti’ne bağlı 7.Daire-i Belediye olarak 1861 tarihinde belediye şubesi, 1867 tarihli Vilayet Nizamnamesi ile İstanbul’un bir ilçesi konumuna gelmiştir.

Adaların ilk Kaymakamı Mustafa Bey, Belediye Başkanı ise sonradan Sadrazam olan Küçük Said Paşa’dır.

Adalar’da bilinen en eski tarihi yapı Büyük İskender’in komutanlarından Antigonus anısına oğlu Dimitrios Poliorkites tarafından Burgazada’da yaptırılan Antigoni kalesidir.

Adaları Bizans döneminde din adamlarının  inziva yeri, önemli şahsiyetlerin  sürgün yeri (bunların en bilinenleri 780’de imparator VI Konstantinos’un annesi İmparatoriçe Erine ile Malazgirt Savaşında tutsak edildikten sonra serbest bırakılan Romen Diyojen) ve İmparatorların yazlık olarak kullandıklarını görüyoruz.

Adaların yazlık mekan olarak kullanılmasının da Bizans İmparatorları tarafından başlatıldığını, 18.yy. sonlarında  İstanbul’da yaşayan Fransızların öncülüğünde bu akımın tekrar canlandığını 2. Dünya Savaşından sonra çeşitli  kesimlere mensup  zengin sınıfların tekrar adaya yöneldiğini görüyoruz.

E-Beyanname Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu

SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 6 989

 

HAZIRLANMAKTA
Tez elden imar edilsin!
Osmanlı Devleti'nin 1453 yılında İstanbul'u alması ile şehirde önemli gelişmeler oldu. Fatih Sultan Mehmet İstanbul ve çevresindeki Rum Ahalisine zulüm ve baskı yapmayarak, onlarla uyum içerisinde birlikte yaşamayı düşünerek, onların haklarını koruyan yasalar çıkardı. Ayrıca savaş esnasında zarar gören yerleri tez elden imar edilme emri verdi. Gofla deresinin ağzındaki bu küçük balıkçı köyü savaştan zarar görmese bile Ayazma'sının düzeltilmesi için para harcandığı belirtilmiş,

Türkler Küçükçekme'de
Küçükçekmece'ye bağlanan yolun devamlı kullanılan bir yol olması nedeniyle yol düzenlemesi yapılmıştır. Çünkü ordular için en geçerli yolun yarım burga mağaralarının arka tarafı olduğu bilinir, nedeni buralarda köprüler bulunmasıdır.
Osmanlıların Bizans’ı yenmesiyle İstanbul'un çevresine Türkler yerleşmeye başladılar.
Türkler Büyük ve Küçükçekmece’ye yerleşirken Gofla deresinin ağzına yerleşmek istemiyorlardı. Çünkü Türklerin eskiden beri geçim kaynakları, tarım ve hayvancılığa dayanmaktaydı. Bu sebepten dolayı da deniz kenarında bulunan ve balıkçılıkla geçinen bu köyde oturmak istemediler.
Sarayın ve çevresinin yiyecek ve giyecek ihtiyacı çoğunlukla dışarıdan karşılanmaktaydı. Özellikle son yıllarda gemilerle getirilen mallar Küçük çekmece ve Gofla Deresine boşaltılıyordu. Rumların balıkçı köyünde, getirilen mallar için bir depoları vardı. Ambarın bekçiliğini de askeri küçük bir birlik yapmaktaydı. Bu balıkçı köyü halkı, Yunan Krallığı'nın kurulmasıyla pek ilgilenmemişler, hatta 1877-1878 yıllarındaki Türk-Rum savaşında herhangi bir taraflı tutum içerisine girmemişlerdi.
1890 yıllarında Rum köprüsünün üst kısımlarını Mısırlı kaval Ali'nin mülk edindiğini görüyoruz. Bu şahıs buraya Aminagos (Amindos) adını vermiştir. Ancak burası fazla gelişmeden olduğu gibi kalmıştır. Bu çiftliğin ortasından geçen küçük bir yol gittikçe genişlemiş ve Küçükçekmece köprüsüne bağlanmıştır. Genişleyen bu yolun önemi gittikçe artmış ve Avrupa'ya bağlanan bir yola dönüşmüştür.
1924 yılında burada yaşayan Rum köylüler mübadele kapsamında yer değişikliğine tabi tutulmuştur. Rumlardan boşalan yerlere askeri ambarların yerleştirilmesi nedeniyle bu meskun yere Ambarlı denilmiştir.

Mübadelenin gerçekleşmesi .
Cumhuriyetin ilanından önce ilk yerleşim yerlerinden olan Ambarlı, 60 hanelik küçük bir Rum Köyüdür. Balıkçılık ve meyhanecilik ile geçimlerini sağlayan Rumlar, İstanbul’dan gelen müşterilerine Laterna çalarak eğlendirirdi.
Cumhuriyetin ilanından sonraki devirde; Lozan Antlaşmasına göre, Batı Trakya'daki Türkler ile İstanbul'da ki Rumlar dışında kalan azınlıklar, karşılıklı olarak yer değiştirildi. Yunanistan'dan bir milyonu aşkın Müslüman, Türkiye'ye göç ederken, Türkiye'den de bir buçuk milyonu aşkın Rum kökenli Hıristiyan vatandaşlar, Yunanistan'a göç etmiştir. 1924'de başlayan nüfus değişimi, 1926'dan sonra giderek artmış ve 1930 'da tamamlanmıştır. 1924 yılında Yunanistan’dan, köy köy getirilen aileler oldukça zor geçen ve yedi gün süren deniz ulaşımından sonra, önce İzmit-Kocaeli’ne getirildi, buradan da ülkemizin çeşitli yörelerine yerleştirildi. Mübadele sırasında aileler kendine ait eşyaları yanına alamadan sadece üzerindeki kıyafetlerle yolculuk yapmışlardır.
Yunanistan’ın Ömberiya köyünde yaşayan Türkler ise Rumların bıraktığı Ambarlı’ya nüfus başına yaklaşık 5’er dönümlük tarla verilerek yerleştirildi. Öyle ki yolculuk sırasında vapurda doğan Bahriye teyze bile kayıt altına alındı ve kendisine de 5 dönüm tarla verildi. Türklerin Ömberiya köyünde bıraktıkları evlere ise Giresun ve Samsundan giden Rumlar yerleştirilmiştir.

Yunanistan’ın Selanik Kayalar Ömberiya (OPEINOΣ AHMO Σ) köyünde yaşayan Türklerin soyu, Karaman Devletine uzanır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1308 yılında yıkılmasından sonra Karamanoğulları, Konya ve çevresine tamamen egemen olmuşlardır. XIV. y.y. 'ın başına gelindiğinde, Karamanoğulları Anadolu'daki en güçlü devlet konumundaydı. Daha sonra kurulan Osmanlı Devleti kendinde yeterli gücü bulduktan sonra Karamanoğulları Devleti'nin varlığına son vermiştir. Bu güçlü hanedanı, gelecekte devletin güvenliğini tehlikeye düşürmemesi için, Anadolu'nun çeşitli bölgelerine ve yeni fetih edilen Balkan topraklarına, özellikle de Tuna kıyısındaki Bulgar ülkesine ve Yunanistan’a sürmüştür. Yunanistan’ın Ömberiya köyünde yaşayan Türkler kendilerine ait olan geniş arazilerde çiftçilik ile geçimlerini sağlamaktaydı. Ambarlı Köyü’nde yaşayan Rum’lar ise sadece balıkçılık ile uğraştıklarından fazla tarım toprakları yoktu.
Mübadele yolu ile Ambarlı Köyüne yerleşen çiftçi vatandaşlarımız geçimlerini kazanmakta oldukça zor dönem geçirmişlerdir. Hatta Atatürk’e “Paşam ! biz burada ne ile geçineceğiz” diye sormuşlar, Atatürk ise denizi göstererek “İşte deniz, arazileriniz size yeterli gelmiyorsa denizden geçininiz” demiştir.

Balcıbük’ten Firuzköy’e…
Bulgaristan’ın Ortaköy’üne (İvaylovgrad) bağlı Balcıbük (Maden buk) köyünde yaşamlarını sürdüren Türklerin, 1927 yılı ve öncesinde Bulgar eşkiyalarının köylerine yaptığı baskınlar ve arazilerinde kurulan pusular yüzünden tedirginlikleri ve huzursuzlukları artmıştır. Can güvenliklerinin kalmadığını anlayan Balcıbük’lüler Türkiye’ye göç etme ve yerleşme kararı almışlardır. Bu karar gereği Kadir Efendi (ÖZDEMİR), Ali Ağa (BAŞER), ve Osman Ağa (TEZER) Türkiye’de arazi satın almaları ve köy yeri için araştırma yapmak üzere görevlendirilmişlerdir.
O dönemde, Yeşilköy yöresinde satılık olan Ayamama Çiftliği, Yeni Çiftlik, Şamlar Köyü’ndeki Osman Bey’in Resneli çiftliğini gezmişler. Son olarak gezdikleri Firuz çiftliğini beğenerek satın almaya karar vermişler. Çünkü, gezdikleri çiftlikler içinde tarım araçları ve tesisleri bakımından en uygun olanı Firuz çiftliğiymiş. Çiftlik 1928 yılı Mayıs ayında sahibi Necip Bey’den, arazisi ekili ve çiftlikteki bütün tarım araçları ile birlikte 40.500 (Kırk bin beş yüz) liraya satın alınmıştır. Köylüler, Balcıbükte alınan karar gereği çiftlik arazisinin tapusunu Kadir Efendi (ÖZDEMİR)’in üzerine yapmışlardır.
Balcıbük köyündeki 60 hane halkı, evlerini ve tarlalarını Soğanlık köylülerine satıp 04 Aralık 1928 tarihinde taşınabilir eşyalarını ve mallarını öküz arabalarına yükleyerek konvoy halinde Balcıbük’ten ayrılmışlardır. 14 Aralık 1928 tarihinde bütün aileler çiftliğe ulaşmıştır. Gelen aileler çiftlik evlerine ve samanlıklara yerleştirilmiştir. 1929 yılında şu anki köy alanında planlı bir yapılaşma olacak şekilde her aile için evler yapılmıştır. Çiftliktekiler yasal işlemlerini 1930 yılına kadar Ambarlı Köyü Muhtarlığı’na bağlı olarak sürdürmüşlerdir. O yıl yapılan nüfus sayımında 365 kişiye, hane sayısı da 72 ye ulaştığı tespit edilmiş ve aynı yıl muhtarlık kurulmuştur. Yeni kurulan köye Firuzköy denilmiş ve ilk muhtar da Hasan Hüseyin ÖNEL seçilmiştir. Köy statüsü 12 Eylül 1980 ihtilali sonuna kadar devam etmiştir.

Amindos Çiftliği…
Bulgaristan’da artan huzursuzluklardan dolayı göç etme imkanını arayan Bulgaristan’ın Vetova ve Razgrat’ta yaşayan iki köy halkı, 1929 yılında 6–7 kişilik bir heyet gönderdi. Amaç, vatanlarında yer edinmek ve buralara yerleşmekti. Buraya gelen heyet, Ambarlı ve Firuzköy haricindeki yerlerin geniş çiftlik arazisi olduğunu görmüştür. Angurya çiftliği, Trakatya (Yakuplu) diğer tarafta eşkinoz (Esenyurt), Tahtakale çiftliği ve Amindos çiftliklerini araştırmışlar. 22 bin dönüm olan Amindos çiftliğinde ise hiç konut bulunmamaktaydı. Satılık olan Amindos çiftliğinin kendilerine uygun olduğunu düşünerek burayı satın almak istemişlerdir. Bu çiftlikte çalışan kâhyaya hiçbir evrak imzalamadan kaparo bıraktılar ve Bulgaristan’a geri döndüler. Bulgaristan’daki yerlerini ucuz fiyatlara satıp, eşyalarını at arabalarına yükleyerek, bazı aileler trenle bazı aileler at arabalarıyla zorlu geçen yolculuktan sonra şimdiki belediye binamızın olduğu yerdeki, çiftlik binası ve hayvan barınaklarına sığındılar. 40 Aile olarak buraya yerleşmeye gelenler, çiftliğin bedeli olan 80 bin TL yi aralarında toplayamadıklarından çaresizlik içinde kaldılar. Daha sonra Avcıların İlk muhtarı olacak olan Katip Mehmet ERKAN, nüfus işlemleri için Edirne’ye geldiğinde, buraya gelenlerin ne durumda olduğunu görmek için yanlarına geldi. Çiftliği satın alamadıklarını kendilerinin ise sefalet çektiğini gören Katip Mehmet ERKAN ve 1974-1977 yılları arası Belediye Başkanlığı yapan Ahmet DİCLE’nin babası Mustafa DİCLE, Ankara’ya giderek bankalardan kredi talebinde bulundular. Fakat olumsuz yanıt aldılar. Ankara’dan ayrılacakları sırada Katip Mehmet ERKAN’ın Bulgaristan’daki hocasına rastladılar. Hocası, ERKAN ve DİCLE’ye bu durumlarınızı belirten bir dilekçe yazın, ben Atatürk’ün yaverine vereyim, uygun bir zamanda Paşamıza konuyu iletsin der. Bunun üzerine dilekçe yazılarak yaverine veriliyor. Dilekçede, mağduriyetleri belirtilerek, Amindos çiftliğinin satılık olduğu ve buranın alınabilmesi için kredi çekmeleri gerektiği yazılmıştır. Bunun üzerine Atatürk; “Çiftlik olarak kredi veremeyiz” der. Ancak dilekçelerinin üzerine, “Köy tüzel kişiliğinde olursa şayet kredi verilsin” diye de bir not yazar. Kredinin alınabilmesi için Amindos Çiftliğinde yaşayan insanların oturduğu alan Avcılar Köyü yapılır. ERKAN ve DİCLE beyler bu notu Ziraat Bankasına veriyorlar. Çiftlik o zamanın parası 80 bine satılıktır. Kendilerinde 40 bin TL mevcuttur. Bankadan ise 40 bin TL talep edilmiştir. Banka şerh koyuyor ve Amindos çiftliğini 20 yıl olmak üzere ödemeli olarak tüm köylüye (Avcılar Köylüsüne) satışını sağlıyor.
Daha sonra Mısır uyruklu arap mühendis Ata beye buranın parselasyonu yaptırılmıştır. Arazi, genelde 2 şer dönümlük parsellere bölünerek Avcılar Köyü’nde yaşayan ailelere pay edilmiştir. Artık birbirine yakın Avcılar Köyü ve Ambarlı köyü oluşmuştur.
Avcılar için önemli bir bilgide, Şimdiki Stad’ın oradan başlayarak Reşitpaşa Caddesi üzerinden E-5 e kadar uzanan bölümde 66. Topçu Tümeni bulunmaktaydı. Buradaki askeri birlik, 2. Dünya Savaşında konuşlanmıştır. İstanbul Üniversitesi Avcılar yerleşke alanı askerlerin eğitim alanıydı. Şimdiki İstanbul Üniversitesinin Avcılar yurtlarının olduğu bölgede ise askeri havaalanı bulunmaktaydı. Üzeri branda kaplı tek motorlu pervaneli eğitim ve keşif askeri tayyarelerin iniş ve kalkış yaptığı yerdi.

Avcılar Köyü Genişliyor...
Amindos çiftliğini, köy olma koşulu ile yer edinen vatandaşlarımız, Ambarlı köyünün muhtarı Yahya BALABAN’ın yardımları ile, Ambarlı köyü ile Avcılar Köyü’nü 1934 yılında birleştirdi ve bu iki köye “Avcılar Köyü ” adı verildi ve köyün ilk muhtarı Mehmet ERKAN olmuştur. Şimdiki İstanbul Üniversitesi’nin kapısı önündeki kavşak alanı içinde bir çeşme bulunmaktaydı. Çobançeşme denilen bu yerde avcılar konaklardı. Zenginlerin av mevsiminde en uğrak yeri, bu bölgeydi. Avcılar, sabahın en erken saatinde buraya gelir, artık isimleriyle tanımış oldukları gençleri yanına alır avlanmaya çıkarlardı. Zaman içinde, buradaki avcılar, av bayramları düzenlemeye başlamışlar. Avladıklarını, köylüler ile birlikte burada pişirerek şenlik edasında sofralar hazırlayarak, çalgılar eşliğinde eğlenilirdi. Avcılar Köyü adını buraya avlanmaya gelen Avcılardan almıştır.

Geçim Kaynakları
İlk gelindiği yıllarda, saz samandan yapılan tek katlı bahçeli evlerde yaşamışlardır. 1924 yılından 1950 yıllarına kadar köylü geçimleri kazanmakta zorluk çekmişlerdir. Öyle ki köyün kadınları sabahın erken saatlerinde kalkıp tahta takunyalar ile yayan olarak Yeşilköy ve Florya’daki Ayama deresine yürüyerek çalışmaya giderlerdi. Balkan ülkesinden gelen köylülerimiz balıkçılığı bilmedikleri için, balıkçılık ile fazla uğraşmamış çoğunlukla kendi işleri olan çiftçiliğe önem vermişlerdir. Buğday yulaf, mısır, arpa, ayçiçeği, soğan, kavun, karpuz yetiştirilirdi. Satılmak üzere iskeleden deniz yoluyla İstanbul’a gönderilirdi. Hatta yoğurt hanede yapılan yoğurtlar yine yelkenli ve eski kum kayıklarıyla satılmak üzere İstanbul’a gönderilirdi. Hayvancılık ile fazla uğraşılmamıştır. Çoğunlukta küçükbaş hayvanları olan ailelerin kendilerinin faydalanacağı kadar büyükbaş hayvan beslerdi Oldukça tutumlu olan köylü kışlık yiyeceklerini yazdan hazırlardı. Şu anki Merkez Parkı ve Kültür Merkezinin bulunduğu alanda köye ait içinde dut ve kiraz ağaçları bulunan büyük bir bahçe bulunmaktaydı. Avcılar’ın sembolü haline gelen havuz da o zamanlardan yapılmadır. Havuzun suyu Avcılar kavşağında bulunan Çobançeşme den borular ile getirilmekteydi.