trenfrderu
 
 
 

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
0212 453 1453

 

Loading...
Fatih, Suriçi'ndeki Eminönü ve Fatih ilçelerinin birleştirilmesi ile tek bir ilçeye dönüşmüştür.

Bugün Fatih ilçesine bağlı bir semt olan Eminönü, 1928'de İstanbul Merkez ilçesinin ikiye ayrılmasıyla ilçe haline gelmişti. Fatih ise, İstanbul’un merkez ilçesinde yer alan bir şube idi. 8 Mart 1984 yılında yapılan bir düzenlemeyle İstanbul, Büyükşehir Belediyesi’ne dönüştürülmüş; Fatih ise Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı bir ilçe belediyesi durumuna getirilmişti. Ancak 29 Mart 2009 tarihinde yürürlüğe giren 5747 sayılı kanunla (*), Tarihi Yarımada’nın iki ilçesi, “Fatih” adı altında tek bir ilçeye dönüştürülmüştür.

Kuzeyinde Eyüp ilçesi, kuzeydoğusunda Haliç, güneyde Marmara, batıda Zeytinburnu ve kuzeybatıda Bayrampaşa ilçelerine komşu olan Tarihi Yarımada Fatih, Suriçi dediğimiz bölgede yer alır. Fatih ilçesi 57 mahalleden oluşur.

Yüzölçümü 15,6 km2 olan Fatih’in 2008 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi ile yapılan sayım sonuçlarına göre nüfusu 443.955’tir. (2000 nüfus sayımı sonucu Fatih 403,508; Eminönü 55,635’tir.) Kilometrekareye düşen nüfus, 28,458 kişidir.

Tarihi Yarımada’nın tamamını kaplayan Fatih, adını 1453 yılında İstanbul’u fetheden Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmet'ten almaktadır. İstanbul'un fethinden sonra Sultan II. Mehmed Han’ın emriyle İstanbul’un dördüncü tepesine inşa edilen Fatih Cami’nin etrafında gelişmeye başlayan Fatih, hızla klasik bir Osmanlı-Türk şehri halini almıştır. Günümüze kadar ulaşabilen ahşap evleri, cami ve medreseleri, sıbyan mektepleri ve çeşmeleri ile Osmanlı-Türk yaşam tarzının ve mimarisinin en güzel örneklerinin görülebileceği bir merkez olan Fatih, bu mistik havasının yanı sıra Roma ve Bizans gibi çok önemli uygarlıkların seçkin eserlerini de bünyesinde barındırmaktadır. Fatih, sahip olduğu özellikler dolayısıyla “İlk İstanbul” veya “Asıl İstanbul” olarak da anılmaktadır.

Tarihi Yarımada Fatih, Roma İmparatorluğu’nun en önemli merkezlerinden biri olma özelliğine sahip bir yer olmasının yanında 1058 yıl Bizans’a, 469 yıl Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmıştır. Bu özelliği dolayısıyla Tarihi Yarımada’da bu üç önemli medeniyete ait çok önemli eserleri bir arada görmek mümkündür.

Ancak, Yenikapı’daki Marmaray Projesi çalışmaları sırasında bulunan son bulgularla ilçenin tarihinin, 8500 yıl öncesine kadar gittiği belirlenmiştir. Bilinen dünya tarihinin de yeniden yazılmasına neden olacak bu bulgular, Fatih’in tarihi ve kültürel açıdan önemini daha da artırmıştır.

* 5747 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçersinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 2. maddesi, 2. fıkrasına göre, Eminönü ilçesi kaldırılmış; aynı yasanın geçici 2. maddesinin, 1. fıkrası gereği, Eminönü Belediyesi tüzel kişiliği kaldırılarak, mahalleleriyle birlikte Fatih Belediyesi’ne katılmıştır.

Tarihi Eserler

Şehrin en eski yerleşim alanlarına sahip Fatih ilçesi, tarih­sel yapılar açısından oldukça zengindir. Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde cazibesinden hiçbir şey kaybetmemiştir ve sınırları içinde çok önemli tarihi ve turistik eserler barındırır. Sadece Türkiye'de değil dünyada da eşine az rastlanan bu eserlerden bazıları şunlardır:

    ·  Aksaray Valide Sultan Camii
    ·  Anemas Zindanları veKuleleri
    ·  Aya İrini Kilisesi
    ·  Ayasofya
    ·  Ayıos Yeosyios - Hagios Georgios Patrikhane Aya Yorgi Kilisesi
    ·  Beyazıt Camii
    ·  Beyazıt Meydanı
    ·  Bonus Aspar Sarnıcı
    ·  Bulgar (Stafi Stefanos) Kilisesi
    ·  Bulgur Palas
    ·  Burmalı Sütun
    ·  Çemberlitaş
    ·  Dar'ül Muallimat (Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi)
    ·  Dikilitaş
    ·  Fatih Camii
    ·  Fener Rum Erkek Lisesi
    ·  Gülhane Parkı
    ·  Hırka-i Şerif Camii
    ·  Hora-Khora Manastırı
    ·  İstanbul Üniversitesi
    ·  Kapalıçarşı
    ·  Kariye Camii
    ·  Kıztaşı (Markinos) Sütunu
    ·  Küçük Ayasofya Camii
    ·  Laleli Camii
    ·  Melandisia (Mevlana) Kapı
    ·  Mısır Çarşısı
    ·  Mihrimah Sultan Camii
    ·  Nuruosmaniye Camii
    ·  Örmeli Sütun
    ·  Pertevniyal Valide Sultan Sebili
    ·  Sultanahmet Camii
    ·  Sultanahmet Meydanı
    ·  Süleymaniye Camii
    ·  Şehzade Camii
    ·  Tekfur Konstantinnos Porfirogennatos Sarayı
    ·  Topkapı Sarayı
    ·  Valens Kemeri
    ·  Yavuz Sultan Selim Camii
    ·  Yedikule Hisar ve Zindanları
    ·  Yeni Camii
    ·  Yerebatan Sarayı
    ·  Zeyrek (Pantokrator Kilisesi) Camii
    ·  Zeyrek (Pantokrator Fildami) Kapalı Sarnıcı


Coğrafi Konumu ve Özellikleri

İstanbul’un dünya ölçeğinde öne çıkmasında önemli bir rolü olan ve kentin kimliğinin oluşmasında etkin rol oynayan söz konusu kültürel birikimin varlığının yoğun olarak bir arada yer aldığı en önemli kentsel mekân Tarihi Yarımada’dır. Tarihi Yarımada (sur içi) toplam 1562 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Fatih; 41˚02' kuzey enlemleri ile 28˚55'34 doğu boylamları arasında yer almaktadır.

Fatih, kuzeyde Eyüp ilçesi, kuzeydoğu’da Haliç, güneyde Marmara Denizi, batıda Zeytinburnu ve kuzeybatıda Bayrampaşa ilçelerine komşudur.

Kuzeyden güney-güneydoğu’ya doğru Ayvansaray Mahallesi, Balat, Yavuz Sultan Selim, Cibali, Yavuz Sinan, Sarı Demir, Rüstem Paşa, Hobyar ve Hocapaşa Mahalleleri sıralanır. Doğu’da Sarayburnu’nda Cankurtaran (doğu ucu); Marmara kıyılarında Sultanahmet, Küçük Ayasofya, Sehsuvarbey, Muhsine Hatun, Nişanca, Katip Kasım, Aksaray, Cerrahpaşa, Kocamustafapaşa, Yedikule Mahalleleri yer alır. Batıda Sümbülefendi, Silivrikapı, Mevlanakapı, Topkapı, Karagümrük ve Derviş Ali Mahalleleri ile çevrilen Fatih ilçesi, 57 mahalleden oluşur.

Denizden yüksekliği ortalama 60 m’dir. Tarım arazisi yoktur.

Tarihi Yarımada 7 tepe üzerine kurulmuştur. Şiirlere konu olan İstanbul’un yedi tepesi, Fatih sınırları içinde kalır.

1- Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet Camiinin bulunduğu tepe.

2- Çemberlitaş ve Nuriosmaniye Camiinin bulunduğu tepe.

3- Beyazıt Camii, Üniversite ve Süleymaniye'nin bulunduğu tepe.

4- Fatih Camiinin bulunduğu tepe.

5- Yavuz Selim Camiinin bulunduğu tepe.

6- Edirnekapı semtinde, Mihrimah Sultan Camiinin bulunduğu tepe.

7- Kocamustafapaşa semtinin bulunduğu tepe.

İstanbul’un en eski ilçelerinden olan Fatih’in sınırlarını tarihi surlar ile Haliç ve Marmara Denizi belirler. Haliç Ayvansaray’dan Yedikule’ye kadar uzanan surların bir bölümü tamir görmüştür ve Fatih’i Eyüp ve Zeytinburnu ilçelerinden ayırır. Haliç ve Marmara kıyılarındaki deniz surları büyük ölçüde tahrip olduğu için günümüze kadar ulaşamamıştır.

İstanbul’un ulaşımını sağlayan 3 ana cadde Fatih ilçesinden geçer. Bunlar; Saraçhane başından Edirnekapı’ya uzanan Macar Kardeşler ve Fevzi Paşa Caddeleri, Aksaray’ı Topkapı’ya baglayan Vatan Caddesi ve Aksaray’ı yine Topkapı’ya bağlayan Millet Caddesi’dir. Millet Caddesi, Ordu Caddesi ile birleşerek, Eminönü semtine ulaşır. İlçenin Marmara kıyısından Sirkeci’yi Bakırköy’e bağlayan sahil yolu geçer (Kennedy Caddesi). İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan ve şehrin batı yakasındaki banliyö ulaşımını sağlayan demiryolu da bu caddeye paralel devam eder. Ayrıca, tramvay hattı ile Karaköy’e, Atatürk Hava Limanı’na, Yenibosna ve Esenler Otogarı’na ulaşım imkânı vardır.

Fatih ilçesi (Eminönü hariç) 1950’de 226.853 kişilik nüfusa sahip iken, 2000 yılında 403.508 kişi olmuştur. İlçede nüfus artışı 1975 yılına kadar sürmüş, bu tarihten sonra ise düşmeye başlamıştır. 1975 yılında Fatih’in nüfusu 504.127 kişiyken, 2000 yılında nüfus 403.508’e olmuştur. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi ile yapılan sayıma göre Fatih’in 2008 nüfusu 443.955’tir (Eminönü dahil).

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 30 00

 

Loading...
 1) Bizans Döneminde Eyüp
        M.S. 395'te Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti ilan edilen Konstantinapolis 5. yüzyılda nüfusu ve üstlendiği roller nedeniyle önemli bir kent olmuştur. Bu dönemde birinci kuşak surlar (Septimus - Severus Surları) aşılmış, kent batıda yayılarak Theodosios Surları'na dayanmıştır. Bu gelişim sürecinde kentin eski çekirdeğinden kara surlarının önemli giriş kapılarına yönelen iki ana eksen (Meşe Yolu) ortaya çıkmıştır. Bunlardan Marmara Denizi kıyılarına paralel olan Zafer Yolu 6. yüzyılda Akdeniz Havzası'nın başkenti olan İstanbul'da imparatorun kente girdiği anıtsal tören kapısını da içeren önemli ve simgesel bir arterdir. Kuzeyden, İstanbul'un ilginç topografyasını oluşturan tepeleri birleştirerek sur dışına çıkan aks ise, Eyüp'ün bu eski dünya kenti ile ilişkilerini açıklayabilmek bakımından, bu bahiste daha da önem kazanmaktadır.
        6. ve 7. yüzyıllar Konstantinapolis'in Haliç'in kuzeyindeki Sycae ticaret kolonisi ve sur dışı ile ilişkiler geliştirmeye başladığı dönemdir. Ayvansaray'da surların hemen dışında 6. yüzyılda Justinianos zamanında Meryem'e ithaf edilen büyük kilise yapılmıştır. Aynı dönemde Eyüp'te Aziz Kosmos ve Damianos adlarına adanmış bir manastır mevcuttur. Kydaro (bugünkü Alibey) ve Barbyzes ( bugünkü Kağıthane ) derelerinin Haliç'e döküldükleri yerin batısında bugünkü Eyüp'ün kurulduğu arazinin dik bir yamaç halinde suya indiği yerde II. Theodosios zamanında kurulan manastırdan ve çevrenin görünümünden dolayı buraya Kosmidion (Yeşil) denilmiştir. Yerleşme bu ziyaretgah çevresinde oluşmuştur. Kuruluşu İ.S. 5. yüzyıl ortalarına uzanan yerleşme, çevredeki dini yapılar nedeniyle, kutsal bir şifa merkezi olarak tanınmıştır. Bu dönemde Eyüp'ün bulunduğu alan, Haliç'in diğer sahilleri gibi, zengin ve yoğun bir bitki örtüsüyle kaplı olduğundan ve civardaki ormanlarda av hayvanları yaşadığından imparatorlar tarafından av sahası ve sayfiye yeri olarak da kullanılmıştır.
 
        2) Osmanlı Döneminde Eyüp
        15. ve 16. Yüzyıllar
        Osmanlı kentleri, eski Yunan ve Roma kentleri gibi, planlı olarak gelişen ve ibadet, yönetim, ticaret mekanlarını içeren bir çekirdek çevresinde oluşmuştur. 1453 yılında Osmanlı topraklarına katılan İstanbul, imparatorluğun genişleyen toprakları ve Osmanlı Devleti'nin uyguladığı iskan politikaları koşutunda, Bizans'ın son dönemlerinde yitirdiği canlılığına kavuşmuştur. İstanbul bu dönemde devletin gücünü simgeleyen ve imparatorluğun tüm yükünü çekebilecek bir dünya kenti olabilmesi için örgütlenmiştir.
        Bu örgütlenme başkentteki yönetim, hizmet üretimi (zanaat ürünleri üretim ve dağıtımı) ile savaş ekonomisi ürünleri üretimi (tophane, baruthane, tersane, vb.) tesisleri ile hem Suriçi'nde hem de Haliç'in iki yakasında fizik mekana yansımıştır: Saray, Bedesten ve çevresinde Kapalıçarşı, Haliç'teki liman çevresinde kapanlar ile Haliç'in kuzeyinde Galata komşuluğunda Tophane ve Kasımpaşa'da tersane gibi ilk sanayi tesisleri bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu yönetimsel ve ekonomik örgütlenmede rol alan nüfus Suriçi'nde ve söz konusu tesislerin yakın çevresinde iskan edilmiştir. Bu yerleşmenin dışa vurumu ise özellikle Bizans kentinin Ayasofya'nın konumlandığı odağından başlayıp, kuzeybatıya yönelen kutsal aks üzerinde kurulan Sultan camileri ve külliyelerdir.
        Bu çerçevede Eyüp'ün rolü fetih sırasında Hz. Muhammed'in sahabelerinden Ebu Eyyub'a (Eyüp Sultan) ait olduğuna inanılan mezarın bulunmasıyla başlar. Bu mezar üzerine Fatih tarafından yaptırılan türbenin, yanında İstanbul'un ilk sultan camii ve külliyesi (medrese, kütüphane, imaret, çifte hamam) inşa edilmiştir. Bu külliye bugünkü Eyüp yerleşmesinin çekirdeğini oluşturmuş, çevresinde Bursa'dan gelen göçmenlerin ve Yörüklerin iskanı ile yerleşme gelişmiş ve İstanbul'un kalabalık nüfusunun besin ihtiyacının karşılanmasında burada yer alan tarım alanları ve meralardan yararlanılmıştır.
        Kuşatma sırasında İstanbul çevresinde Boğaziçi'nin Rumeli kıyılarından Karadeniz ve Eyüp çevresine kadar uzanan bölgede 160 kadar köy nüfusunu kaybetmiş olduğundan ve o zamanki koşullarda bu köylerdeki üretim, kentin beslenmesi bakımından, önem taşıdığından bu köylerin nüfuslandırılması önemli bir politikadır.
        Eyüp'ün Eyüp Sultan ile başlayan manevi sembolizmi Osmanlı İmparatorluğu'nun sultanlarının halife olarak İslam dünyasının dini temsilcisi sıfatına erişmesi, bunun gereği olarak Hz. Peygamber'e ait kutsal emanetlerin de Eyüp'e taşınması ile yükselecektir. Bu dönemde Eyüp, Mekke, Medine ve Kudüs'ten sonra en kutsal 4. İslam ziyaretgahı haline gelecek, tarikatlara ait tekkeleri, ileri gelen bilgin ve saray mensubuna ait türbeler ve kabristanlarla büyüyecektir. Bu nedenlerle, Eyüp'ün Osmanlı İmparatorluğu'nun gelişme dönemindeki rollerinden biri de devletin halkla ilişkiye geçtiği ideolojik ve simgesel tahta oturma (cülus), bağlılık yemini (biat), kılıç kuşanma törenlerinde, sünnet, doğum ve zafer kutlamalarında odak olmasıdır. Tören, Eyüp ve Saray arasında Kutsal Aks ve Haliç üzerinde yapılır. Bu işlev Kutsal Aks üzerinde külliyeler çevresindeki mahallelerin ve Haliç üzerinde dinlenme işlevinin gelişmesini olduğu kadar Eyüp yerleşmesinin gelişmesini de etkilemiştir. Eyüp dinsel ve dinlenme amaçlı ziyaret ve konaklama mekanı, buna dayalı imalat ve ticaret (seramik, çanak-çömlek, oyuncak atölyeleri) işlevleri ile İstanbul'un Haliç çevresindeki mekansal yapılanmasında bir son nokta olmuştur. Fatih'in daha İstanbul'un Osmanlı - Türk Dönemi'nde kuruluş aşamasında, İstanbul'un hasları ve kadılıklarını tayin ederken İstanbul (Suriçi) ve Galata'nın yanına Eyüp'ü de katması bu yönlerin gözetilmesi sonucu olsa gerektir.
        Nitekim Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kırkçeşme su yollarının yapılması gibi önemli imar etkinlikleri sonucu Eyüp'ün, Galata dışında, Kasımpaşa ile birlikte en yoğun surdışı yerleşmelerinden olduğu bu konuda yazılanlardan anlaşılmaktadır.
 
        17. ve 18. Yüzyıllar
        16. yüzyılın sonuna kadar reayanın toprağını terk etme yasağının uygulanması ile nüfus artışı denetlenen İstanbul, bu dönemde Anadolu'da görülen isyan dalgası ve benzeri karışıklıklar nedeniyle önemli ölçüde göçe uğramıştır. 17. yüzyıl boyunca Anadolu'daki, 18. yüzyılda Rumeli'deki huzursuzluk ve aynı dönemde Avrupa ve Kırım'da toprak kayıplarının başlaması bu göçü artırmış ve konut alanlarının yoğunlaşmasına neden olmuştur.
        Nüfusun yoğun olduğu mahalleler Haliç boyunca yer almıştır. Bunlar çoğunlukla Beyazıt-Edirnekapı hattının kuzeyinde Rumlar ve Museviler'in yerleştiği mahalleler ile aynı hattın güneyinde tüccarlar ve ilmiye sınıfı mensuplarının bulunduğu mahalleler, Hipodrom ile Aksaray - Yenikapı arasında orta halli ailelerin, esnaf ve zanaatkarların yerleştiği mahalleler ve Samatya - Yedikule arasında mülkiye sınıfının, Ermeni ve Musevilerin yerleştiği, sakinlerinin etnik ya da dinsel kökenlerine göre farklılaşan mahallelerdir.
        Anadolu'dan göçenler dış mahallelere, kara surları yakınına, kentin henüz yerleşilmemiş bölgelerine yerleşmiş, vakıf kuruluşlarının yardımıyla yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu olgulardan Eyüp'ün etkilenmesi 18. yüzyılda Anadolu'dan kopup gelen bekar erkeklerin, yeniçerilikten ayrılmış olanların ve hatta ailelerin İstanbul'u doldurması ile ilgilidir. Bu olgu geçimini tanımlı ve yasal yollardan sağlamayan ‘marjinal'lerin kentteki sayısını artırmış, bu nedenle iş bölgelerinde bekarların yaşadığı geniş sefalet yuvalarının, Eyüp, Kasımpaşa ve Üsküdar'da ise gecekondulaşmanın ilk işaretleri görülmeye başlanmıştır. Suriçi'ndeki semtlerin önemli bölümünü yok eden yangınlar sonucu sakinlerin surdışında yer seçmesinin de bunda rolü olmalıdır.
        Bilindiği gibi 1718-1730 yılları tarihimizde Lale Devri olarak nitelenir. Bu dönem yapılarının çoğunluğu kent merkezinin dışında, Kağıthane ya da Boğaziçi'ndedir. Kültürel etkinliklerin yoğunlaştığı bu dönemde, kentin dışa doğru büyümesinin de etkisiyle, Haliç'in sonlandığı yerde Kağıthane ve Eyüp mesireleri ve bunların kıyıda sonlandığı sahil saraylarıyla ün yapmıştır.
        Bu dönemde Eyüp Haliç boyunca güneye doğru, bugün Haliç ile Eyüp Sultan arasında yer alan bölgede, genişlemiştir. Eyüp Sultan Camii Mahallesi'nin güneyinde Haliç boyunca yapılan Cezri Kasım Paşa ve Zal Mahmut Paşa camilerinin etrafında mahalleler oluşmuştur. Kıyıda Yavedud, Zal Paşa, Defterdar, Eyüp ve Hoca Efendi iskelelerinin varlığı bölgenin o zaman yoğun bir nüfusa sahip olduğunun göstermektedir. 1630'larda Evliya Çelebi, Haliç üzerinde Defterdar Camii'ne kadar olan bölgeyi tasvir ile düzlükteki Çömlekçiler Mahallesi'nde bağlı - bahçeli kat kat hoş manzaralı 1000 kadar evden, birçok konak ve bostanın varlığından söz etmiştir. Evliya'ya göre bu mahallede üç yüz dükkanlı çarşıdan başka iki yüz elli çanak çömlekçi dükkanı vardır. Evliya Çelebi ve Kömürcüyan'ın verdikleri bilgiye göre, çömlek fırınları ve atölyelerinde çanak-çömlek, testi, tabak, yağ, bal, şarap ve su kapları, her türlü oyuncak imalatı söz konusudur. Kömürcüyan, Eyüp'ü tasvir ederken, bahçe ve bostanları, şehzade ve sultan hanımlarına ait konakları, saraya kar sağlayan kar kuyularını özellikle belirtmiştir.
 
        3) Cumhuriyet Döneminde Eyüp
        19. Yüzyılda ve Cumhuriyetin İlk Döneminde Eyüp
        18. yüzyılda başlayan yenileşme hareketleri ve 1834 Tanzimat Fermanı bilimde, sanatta ilerleyen, sömürgeleşme ve sanayileşme ile zenginleşen ve bunu tüm dünyada hissettiren Batının etkilerinin Osmanlı ülkesinde de yaşanmaya başlanması İstanbul'un biçimlenmesini de önemli ölçüde yönlendirmiştir.
        Sarayın yönetim işlevinin surdışında Beşiktaş sırtlarında, Yıldız'da ve Beşiktaş sahilinde yerleşmesi birçok işlev alanının yer seçiminde ve kentin parçaları arasında kurulan ilişkiler sisteminde en önemli paya sahiptir. Galata-Pera'nın Suriçi'ne köprülerle bağlanması, Pera'da gayrimüslim ülkelerin elçiliklerinin çevresinde yeni bir merkez gelişmesi, prestij konut bölgelerinin Beyoğlu'na ve Boğaz kıyılarına yönelmesi bu etkilenme içinde sayılabilir. Yeni ekonomik eylemlerde rol alan gayrimüslim nüfusun Haliç'in kuzeyine taşınması, Beyoğlu'nda batılı anlamda bir eğlence merkezinin ortaya çıkması, Anadolu yakası'nda kıyıda ve Avrupa Yakası'nda Eyüp'ün batısında yapılanan modern askeri kışlalar, Boğaziçi köylerinde ve Marmara kıyılarında gelişen sayfiye yerleri ile Sirkeci İstasyonu ve Haydarpaşa Gar-Liman tesisleri yayılan kentin farklı işlev alanlarının belirginleşmesini getirmiş, aynı zamanda bu farklı işlev alanları arasında araçlı ulaşım sistemleri ve ulaşım hatlarının kurulmasına gereksinme doğmuştur.
        Haliç'in ve Boğaz'ın iki yakası arasında kurulan deniz yolu ile kitle taşımacılığı, Suriçi'nde, Beyoğlu'nda ve Kadıköy - Üsküdar'da tramvay ve Beyoğlu Yakası'nda tünel ile Marmara kıyılarına koşut geçirilen demiryolu hatları bu dönemde hizmete girmiştir. Tekerlekli araçlarla ulaşım, mekanı biçimlendirme açısından önceden oluşmuş kent kesimlerinde de etkili olmuş, yanan kent kesimleri geleneksel dokudan çok farklı yol ve mülkiyet dokusu arz eden ızgara sistemle ‘planlanmış' ve kagir binalarla yeniden yapılanmıştır.
        İstanbulluların 19. yüzyıldaki yaşamı üzerine yayımlanan ayrıntılı tasvirlerden İstanbul'dan Eyüp'e gitmek için en kısa yolun Ayvansaray kapısında başladığı, bu yol üzerinde bir sıra mezarlık ve civardaki çiçek bahçelerinde yetiştirilen çiçeklerin satıldığı Gül Pazarı ile karşılaşıldığı, daha sonra dikkati çeken ilk yapının Şah Sultan Türbesi olduğu, onun hemen karşısında Esma Sultan'ın Metruk Sarayı'nın yer aldığı, daha ilerde büyük ulema şeyh ve devlet ricalinin yattığı bakımsız, yarı harap bir çok mezarın bulunduğu anlaşılmaktadır.
        1880'de Fransız Pierre Lotti adına Haliç ve çevresinin manzarasına bakan bir tepede kurulan kahve Eyüp'ün yabancılar tarafından tanınması ve ziyaret edilmesinde farklı bir yer edinmiştir.
        Bu dönemde Eyüp ile ilgili asıl gelişme yakın çevresinde ortaya çıkmıştır. Sultan II. Mahmut'un orduyu yenileme çalışmaları sırasında kurulan Rami Kışlası (1829) ile Balkan Savaşları nedeniyle buradan gelen göçmenlerin yerleştiği Taşlıtarla, sonraki gelişmelerin ilgi merkezlerini oluşturmuştur. Sirkeci'ye demiryolunun getirilmesi, Silahtarağa'da ülkenin ilk enerji santralinin kurulması, Haliç'te Feshane, İplikhane, Defderdar Yünlü Fabrikası ve diğer sanayi ve depolama yapılarının yoğunlaşması Kasımpaşa, Hasköy ve Eyüp'te sanayi çalışanlarının yerleşme dokusunu ortaya çıkarmıştır. Cumhuriyetin ilk dönemindeki kentlerin planlanması çalışmalarında İstanbul için farklı ülkelerden Batılı uzmanlar plan ve öneriler geliştirmiş, ancak hepsi de Haliç'i bir sanayi alanı olarak görmüşlerdir. Bunlardan geniş ölçüde uygulanan Prost Planı (1936) ile Haliç kıyılarında ve 1950'li yıllarda Topkapı'da sanayi bölgelerinin tesisi, bunun yanı sıra 1940'lı yıllarda Rami yöresinde ızgara sistemle oluşturulmuş yeni yerleşme alanına Balkan göçmenlerinin yerleştirilmesiyle Eyüp yerleşmesi, sanayi ile iç içe girerek, Haliç kıyısı boyunca kuzeybatıya doğru büyümüştür. Güvenlik nedeniyle kutsal emanetlerin de Topkapı Sarayı'na nakledildiği bu dönemde Eyüp artık bir ziyaretgah, seyir ve mesire yeri değil, imalathaneler, işçi mahalleleri, orta sınıf konutları ve mezarlıklardan oluşan kenar semttir.
 
        1950 Sonrasında Eyüp
        1950'li yıllara değin dinsel kimliğin öne çıktığı bir su kenarı yerleşmesi olan Eyüp 1950'lerden sonra hızlı bir dönüşüm sürecine girmiştir. Bu döneme kadar bir su yolu (kentin ana bulvarlarından biri) üzerinde yalıları, sarayları, orman alanları ve mesire yerleriyle Osmanlı toplumunun yaşam alanı olarak dikkati çeken Eyüp ve Haliç kıyısı 1950'li yıllardan itibaren İstanbul'un gelişim sürecine paralel olarak değişmeye, dönüşüm geçirmeye başlamıştır. Bu dönem tüm İstanbul için olduğu kadar, Haliç kıyısı için de önemli bir kırılma noktasıdır. Haliç kıyısı ve Eyüp için antik çağdan bu yana devamlılığını sürdüren kimlikler bu noktada önemini yitirmiş ya da geri plana düşmüş, mekan başka dinamiklerin etkileri ile biçimlenmeye başlamıştır. 1950 sonrasında Eyüp ve yakın çevresini etkileyen dinamikler incelendiğinde 1950-80 arası ve 1980 sonrası olmak üzere iki dönem belirmektedir.
 
        1950 - 1980 Döneminde Eyüp
        1950'li yıllardan 1980'lerin sonuna kadar İstanbul'un gelişiminde sanayi alanları temel belirleyici işlev olmuştur; konut alanları sanayi alanlarının yer seçim kararlarına bağımlı olarak gelişmiştir. 1950 yıllarında Kartal, Bomonti ve Kağıthane bölgelerinde sanayi kuruluşları yer seçmiştir. Aynı şekilde Gaziosmanpaşa, Bakırköy, Zeytinburnu, İstinye, Paşabahçe ve Beykoz'da da çok sayıda sanayi kolu üretime başlamıştır. 1950'lerin ortasında İstanbul, banliyö demiryolu hattının da etkisiyle, Marmara Denizi kıyılarına koşut olarak batıda Yeşilköy, doğuda Bostancı'ya uzanan bir alana yayılmış, kuzeyde Levent'e ilerlemiştir. Bu yayılmada iki farklı konut üretimi öne çıkmaktadır. Birincisi gecekondulaşmadır. 1940'lı yıllarda yeni yeni ekonomik politikalar sonucunda başlayan göç olgusu 1950'lerden itibaren İstanbul'un gelişiminde temel olgu haline gelmiştir. Sanayileşmeye bağlı bu ilk göç dalgası ile gelenler, Haliç ve sur dışındaki sanayi kuruluşları çevresinde yerleşmişler, Zeytinburnu, Kağıthane, Taşlıtarla ve Maltepe bölgeleri ilk gecekondu alanları olmuştur. İkinci konut üretim biçimi ise apartmanlaşmadır. 1954 yılında tapu yasasında yapılan bir değişiklikle kat mülkiyetine olanak sağlanması bu süreci hızlandırmıştır.
        İstanbul kentsel mekanının biçimlenmesindeki bir diğer etken ise kentte gerçekleştirilen ana arterlerdir. 1956 yılında dönemin başbakanı Adnan Menderes'in siyasal amaçlı olarak gerçekleştirdiği imar operasyonları ile meydanlar ve yollar genişletilmiş, o zamana kadar görülmedik genişlikte yollar kısa sürede gerçekleştirilmiştir.
        1960'larda Yakacık, Tuzla, Çayırova, Gebze sanayi eksenine, Kartal - Maltepe sanayi alanları eklenmiştir. Zeytinburnu ve Bakırköy arasını doldurmuş olan sanayi alanları bir yandan Sefaköy, Halkalı, Firuzköy'e, diğer yönden Eyüp, Rami, Gaziosmanpaşa bölgesinden kuzeye kayarak Küçükköy, Alibeyköy ve Kağıthaneye ulaşmıştır. Bu dönemde özellikle sanayileşmenin artmasının bir sonucu olarak ekonomi gelişmiştir. 1966 yılında İstanbul Sanayi Nazım Planı yapılmış, İstinye ve Haliç kıyılarındaki sanayi alanlarındaki gelişme dondurulmuştur. Sanayi planı dışında Doğu Yakası'nda Kartal ve Maltepe, Batı Yakası'nda Levent çevresinde yeni sanayi bölgeleri oluşmuştur.
        1970 yılından sonra Batı Yakası'nda Bakırköy, Sefaköy, Halkalı, Firuzköy, Avcılar, Eyüp, Rami, Alibeyköy, Gaziosmanpaşa, Küçükköy, Bomonti, Kağıthane, Doğu Yakası'nda Maltepe, Yakacık, Kartal, Tuzla, Çayırova, Gebze ile Ümraniye ve Şile dönemin başlıca sanayi bölgeleri olmuştur. 1970'li yıllara kadar Eminönü, Beyoğlu, Taksim, Şişli bölgelerinde süregelen merkez fonksiyonları 1970'li yıllardan itibaren Mecidiyeköy'e ve bir sonraki aşamada Zincirlikuyu'ya ilerlemiştir. Karaköy -Beşiktaş ve Şişli - Zincirlikuyu arasında gelişen bu iş bölgesinde genelde hizmet sektörü faaliyetleri yer almıştır. Yine bu dönemde Bakırköy, Bayrampaşa, Fatih ve Gaziosmanpaşa semtlerinde merkezi iş alanı işlevleri görülmeye başlanmıştır.
        1950'lerden sonra uygulanan karayoluna dayalı ulaşım politikaları kentin fiziksel gelişimini etkileyen bir diğer faktör olmuştur. 1960'lı yıllarda yapılan E-5 Karayolu ve 1973 yılında hizmete giren I. Boğaz Köprüsü ve çevre yolları, gerek sanayi ve merkez işlevlerinin gerekse konut alanlarının yer seçiminde belirleyici olmuş, kent makroformunun biçimlenmesini yönlendirmiştir. Bu dönemde İstanbul Metropoliten Alanı, E-5 karayolu boyunca, batıda Silivri'ye, doğuda Gebze'ye dayanmıştır.
        Eyüp'ün bu olaylardan etkilenmesi araştırıldığında; 1957'de Başbakan Menderes'in, Prost'un planlarından hareketle yol açma girişimleri bağlamında, Rami Kışla Caddesi kuvvetli bir bağlantı yolu haline getirilerek Yeni Yol diye adlandırılan bir bulvar ile Eyüp Sultan Camii'ne bağlanmıştır. Tarihi merkeze saplanan bu bulvarın (Eyüp Bulvarı) açılması işlemi Cami-i Kebir Caddesi üzerindeki dükkanların yıkılması, Oyuncakçılar Çarşısı'nın ortadan kalkması … gibi doku farklılaşmalarına neden olmuştur. İstanbul Belediyesi tarafından Piccinato'ya hazırlatılan 1/10.000 ölçekli Geçiş Devri Nazım Planı'nda Ayvansaray - Defterdar arasında yer alan III. Haliç Köprüsü ve çevre yolu bağlantısı da 1960 sonrasında, Boğaz Köprüsü'nün yapımı sırasında, gerçekleştirilmiştir.
        1954 Kat Mülkiyeti Yasası ile 1974 İstanbul Kat Nizamları Düzenlemesi yukarıda açıklanan nedenlerle yoğun konut talebine maruz kalan Eyüp'te de yükleniciler eliyle yık-yap-sat sürecinin işlemesine ve parçacı yaklaşımlara yol açmıştır. Diğer yandan sanayinin yoğunlaşması ile artan kaçak yapılaşma boş alanlarda yayılarak eski dokuyu sarmıştır. Tüm bunlar yoğunluğun artmasına, yolların genişletilmesi uygulamaları ile birlikte geleneksel dokunun tahrip olmasına yol açmıştır. Bu süreç sonunda Eyüp'teki çiçek yetiştirme alanları da, Alibeyköy'deki sebze bahçeleri ve meralar da ortadan kalkmıştır.
 
        1980 Sonrasında Eyüp
        1980'li yıllar İstanbul Metropoliten Alanı için İmar ve İskan Bakanlığı'na bağlı olarak çalışan İstanbul Nazım Plan Bürosu'nca hazırlanan, ancak gerek hazırlandığı süre içinde büyük kentte değişen koşullar gerekse 1983 yılında çıkarılan imar afları ile etkisiz kalan, ilk 1/50.000 ölçekli nazım planın onaylandığı, 3194 sayılı imar yasasının çıkarıldığı, sanayinin kent dışına çıkarılması ile ilgili uygulamaların başladığı, metropoliten alana bağlı olarak organize sanayi sitelerinin kurulduğu, 2. kuşak plansız konut alanlarının bunları izlediği, metropoliten alanın Boğaziçi Köprüsü çevre yolları ve daha sonra Fatih Köprüsü ve bağlantı yolları çevresinde Kuzey Bandı'nda (orman, havza, tarım alanları, kıyılar) ilerlemeye başladığı dönemdir.
        Yine bu dönemde çıkarılan 3030 sayılı yasa ile ‘Büyükşehir' kavramı tesis edilmiş, yerleşme merkezleri, bu arada Eyüp, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı ilçe konumuna gelmiştir. Yerel yönetimlerin imar yetkilerini artıran bu yasaların da yardımıyla dönemin belediye başkanı marifetiyle başlatılan Haliç'in sanayiden arındırılması operasyonu çerçevesinde kıyıdaki imalathaneler ve Sütlüce'deki mezbaha kaldırılmış, sahilde yeni dolgu alanları tesis edilerek hızlı araç ulaşımına göre tasarlanan geniş ve kıyı kotundan yüksek, kazıklı sahil yolu düzenlenmiştir. Sanayiden arındırılan Haliç kıyıları kamuya açık alanlar haline gelmekle beraber, tanımlanan sahil yolu tarihi yerleşim alanının kıyı ve su yüzeyi ile ilişkisini sınırladığından, kent yaşamına katılamamıştır.
        1984 yılında yine 3030 sayılı yasa çerçevesinde, Kemerburgaz yerleşmesi ve kırsal alanı Eyüp Belediyesi'ne bağlanmış, böylelikle Eyüp Karadeniz kıyılarına kadar çok geniş bir alanın yerel yönetim merkezi olmuştur. Gerçi 1990'lı yıllarda Bayrampaşa ve Gaziosmanpaşa'nın ilçe olmasıyla Eyüp'ün kentsel alanı ve kentsel nüfusu azalmıştır ancak, kırsal alandaki yerleşmelerle kolay iletişim olanaklarının olmaması, maden çıkarım alanları ile taş ocaklarının yarattığı ulaşım, doğal kaynakların tahribi, kıyının bozulması ve çevre kirliliği yönünde yarattığı sorunlar, Kemerburgaz vahşi çöp depolama alanının neden olduğu çevre kirliliği ve benzeri güçlükler çözüm bekleyen konular olarak gündemine yerleşmiştir. Buna TEM çevresinde kuzeye ilerleyen ve giderek yoğunlaşan kentsel alanın Kuzey Bandı'nda yaratığı tehdit de eklenmelidir. Kuzey Bandı'nda, 1990'lı yıllardan itibaren Eyüp'ün yönetimsel sorumluluk alanında da, yaşanmaya başlayan gelişmelerden biri de üst gelir grubunun büyük kent dışında, orman içinde, su kenarlarında, kısaca doğal çevrede gerçekleştirdiği konut ve eğlence alanlarıdır. Bu alanlar ormanın önce parçalanmasına, giderek tahribine ve ortadan kaldırılmasına ya da statü değiştirmesine neden olmaktadır.
        1995 onanlı İstanbul Metropoliten Alanı Alt Bölge Nazım Planı'nın en önemli kararı ise Rami - Topçular sanayi alanının hizmet alanına dönüştürülmesidir. Bu karar plansız sanayi ve çevresindeki, düzensiz plansız konut alanlarının yukarıda sözü edilen, Kuzey Bandı gelişmelerine özendirmesi olasılığını da gündeme getirmektedir.
        Sonuç olarak, bugün Eyüp gelişme ekseni, Haliç kıyılarından, hatta Londra Asfaltı'ndan kaymış, yapılaşma baskısını kırsal alanında doğal çevrede de yaşamaya başlamış bir kara kentidir; suya bu kadar yakınken Haliç'in su yolu, dinlenme alanı ve manzara potansiyelinin değerlendirilmesini, tarihi ve doğal kimliğine uygun bir yerleşme düzenine kavuşmayı beklemektedir.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 00 73

 

Loading...
Esenler, Bizanslılardan kalma bir yerleşim alanı. Bu bölgenin en eski ahalisi Litros (Esenler) ve Avas (Atışalanı) adlarıyla kurulan köylerde yaşayan Rumlar. Esenler veya Atışalanı Köyleri eski tarihlerde Bizans'ın şaşalı devirlerinde İstanbul'un Türk'ler tarafından fethine kadar Bizans köyleri olup, Bizans İmparatorluğu'na türlü tarım ürünleri yetiştirerek ekonomik katkıda bulundular. Osmanlı döneminde Mahmutbey nahiyesi içerisinde birer Rum yerleşim yeri olan Litros ve Avas köylerinin etnik yapısı, Lozan Antlaşması'yla değişti.

Cumhuriyet döneminde Rum kökenli halkın Yunanistan’a göç etmesiyle boşalan köylere, Doğu Mekodanya’dan gelen Türkler iskan ettirildi. Uzun yıllar mübadele köyü konumunda kalan Litros ve Avas isimlerini 1930’lu yıllara kadar korudu.  1937 - 1940 yıllarında gerçekleştirilen değişiklikle Litros-Esenler, Avas-Atışalanı olarak Türkçeleştirildi.

İlçemiz, tarihi eser bakımından zengin olmamakla beraber  Bizans ve Osmanlı dönemine ait çeşme, su kemeri, su terazisi ve sebil günümüze ulaşan tarihi yapılarımız arasında bulunuyor. Avas Kemeri, Atışalanı Çeşmesi, Atışalanı Sebili, Menderes Çeşmesi (Litros Ayazması), Yavuz Selim Çeşmesi ve Nene Hatun Çeşmesi gibi Esenler'deki tarihi eserlerin kitabeleri, zaman içinde tahrip edildiği için yapım tarihleri hakkında kesin bir bilgi vermek mümkün değil.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 0 160

 

Loading...
Beyoğlu ilçesi günümüzde, 45 mahalleden ve yaklaşık 225 bin yerleşik nüfustan oluşan bir yerleşim yeridir. İş, eğlence ve kültür merkezi olması nedeniyle bu ilçe sınırları içerisindeki gündüz ve gece nüfusu birkaç milyonu bulmaktadır. Bazılarına göre Beyoğlu, Karaköy’den Taksim’e kadar uzanan bölgedir. Bazılarına göre de,Tünel Meydanı’ndan Taksim’e uzanan bölümden ibarettir.

Bugün İstanbul iline bağlı Beyoğlu ilçesi; Haliç’in kuzeyinde Kasımpaşa vadisinin batısıyla, Dolmabahçe (Gazhane) vadisi arasında kalan alanı kapsar, Şişli veBeşiktaş ilçeleriyle sınırdaştır. Ancak halk arasında Beyoğlu adı, kentin önemli kültür, eğlence ve iş merkezlerinden olan ve Galatasaray’ı Taksim Meydanı’na bağlayan İstiklal caddesi ve çevresi için kullanılır.

Bizans döneminde yerleşim alanı olmayan bu kesime; karşı yaka öte anlamına gelen Pera’dan kaynaklananPeran Bağları deniliyordu.Geçen yüzyılda, özellikle yabancılar, Beyoğlu yerine Pera adını kullanmışlardır. Türkler ise Pera’yı Beyoğlu şeklinde adlandırıp daha geniş bir alanı kastetmişlerdir.

Beyoğlu adının ortaya çıkışına ilişkin çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan birisine göre; Beyoğlu adı, Fatih Sultan Mehmed zamanında Pontus prenslerindenAleksios Komnenos’un islamiyeti kabul ederek burada oturmasından kaynaklanır. İkincisine göre ise; burada oturan Pontus prensi değil, Kanuni zamanındaki Venedik elçisi Andre Giritti’nin oğlu Luigi Giritti’dir. Türkler’in "Bey Oğlu" diye andıkları bu adam, elçinin bir Rum kadınla evlenmesinden dünyaya gelmiştir. Oturduğu konak da Taksim yakınında bir yerdedir. Diğer birine göre ise; Kanuni Sultan Süleyman döneminde burada oturan Venedik elçisine yazışmalarda Beyoğlu dendiği için bu semt de Beyoğlu adını almıştır.

Pera adı, 1925’de resmi yazışmalardan çıkarıldıktan sonra gittikçe unutulur hale gelmiş, Buna karşılık Beyoğlu adı güç kazanıp bölge anlamında da yaygınlaşmıştır.

Bizans’tan Osmanlı’ya

Pera, Bizans dönemindeki İstanbul’un sonradan gelişen yerleşim yeri olmuştur. İmparator 2.Theodosiustarafından bir kısmı yaptırılmış olan İstanbul surlarının çevrelediği kapalı alanın Haliç’e ve Marmara’ya bakan yamaçlarında konutlar; Sirkeci çevresinde ticaret kuruluşları; Sarayburnu, Beyazıt, Aksaray, Cerrahpaşa, Yedikule’de yönetsel, dinsel ve ticari merkezler yoğunluktaydı. Ayrıca Haliç’in karşı kıyısındaki Galata da bir dış yerleşim yeri olmuştu. Sykai (Sycae) adı verilen bu yerleşim yerinde oturanların çoğunluğunu Venediklilerile Cenevizliler oluşturmaktaydı. Daha sonraları surlarla çevrilen bu yerleşim yerleri, zengin bir ticaret merkezi oldu.

13. yy’da Cenevizli tüccarların yönetimine verilen Galata yüzyıllar boyunca ticaretteki önemini korumuştur. 15. yy’da kent 100 bini bulan nüfusuyla dünyanın sayılı büyük kentlerinden biriydi. Osmanlılar tarafında alındığında 50 bin kadar olan nüfus Rumeli ve Anadolu’dan getirilen müslüman ve müslüman olmayan halkın yerleştirilmesiyle 100 bini aştı. Müslümanların büyük bölümü bu dönemde eski kentin bulunduğu yarımadanın dışında yaşıyordu. Skyai de sur dışına taşarak Pera (bugün Galatasaray) yönüne doğru büyüdü.

19.yy’da Galata önemli gelişmeler gösterdi. Bu kesim, ticaret merkezleri olma özelliğini korurken yabancı elçiliklerin yerleştiği ve yine yabancı banker, komisyoncu, banka ve sigorta şirketlerinin yoğunlaştığı, bunun yanı sıra eğlence yerlerinin bulunduğu bir Avrupa kenti görünümünü kazanmaya başladı. Osmanlı padişahlarınınTopkapı Sarayı’ndan çıkarak Galata yakınındaki Dolmabahçe Sarayı’na taşınmaları da bu yüzyıla rastlar. İlk önemli sanayi kuruluşu olan Feshane’nin Haliç’te işletmeye açıldığı 19. yy’da kent demiryolu, tramvay, tünelgibi kent içi ve kent dışı ulaşım olanaklarına kavuştu.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Beyoğlu

Osmanlı devrinde Beyoğlu, çevre olarak, Batılılaşmanın maddi görüntüsünün odaklaştığı yer durumundadır. En hayati ihtiyacı olan suya kavuşulması, Beyoğlu’nun daha geniş çapta iskanını sağlamıştır. 1492’den sonra Galata’daki yabancı elçilikler Beyoğlu’na taşındı; Galatasaray ile Tünel arası yerleşim alanı olarak gelişmeye başladı. XVIII. yy’da da gelişimini sürdürerek Kasımpaşa ve Tophane taraflarına yayıldı. Onsekizinci yüzyıl sonlarına kadar Galata surunun dışına pek taşılmış değildi. Bizans’ın son döneminde Galata’nın ticari hayatına Latin kökenliler hakimdi. ÇoğunluğunuGenovalılar’ın oluşturduğu Latin kökenlilerin miktarı Rumlardan daha fazlaydı. Galata, Türk yönetimine geçince de Cenevizden kalan bu Latin kökenlilerintamamı Galata’yı bırakıp gitmedi. Kalanlar Türk döneminin Lövantenleri’nin mayasını oluşturdu.

Fetih’ten sonra Galata’ya da bir hayli Türk yerleşti. 1476 tarihli bir belgeye göre, Galata’da 592 Rum, 535 Müslüman, 332 Frenk ve 62 Ermeni evi vardı. Galata’nın sur içi bölümünde Türkler çoğunlukta değildi, amaTophane, Fındıklı, Ayaspaşa, Kabataş, Galatasaray’dan Tophane’ye inen yolun çevresi, Beşiktaş, Haliç kıyılarında ise Azapkapı Sokollu Camii çevresi ve onun biraz daha ilerisindeki Kasımpaşa Türk evleriyle doluydu.

XIX. yüzyılda durum değişti. Yüzyılın ikinci yarısında hem hız hem de hacim bakımından değişmenin ölçüsü gayrimüslim guruplar lehine büyüdü. Galata Kulesi çevresinden Galatasaray’a kadar uzanan sahada Rum, Ermeni, Yahudiler’den meydana gelen gayrimüslimler ile Lövantenler ve yabancı uyruklular çoğunluğu oluşturdular. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin Batılılar’a karşı tutumundaki değişme, Osmanlılar’la yeni ilişki kuran devletlerin de Beyoğlu’da arsalar edinerek binalar yaptırmalarına ve geniş kadrolu personelle buralara yerleşmelerine yol açmıştır. Aslında Avrupa devletleri Beyoğlu’da yer edinip elçilik binalarını buralara kondururken Beyoğlu’nun bina dokusu da zenginleşmiştir.

Galata’da canlı bir ticaret hayatı olduğu halde, buraya büyük çaplı camiler yapılmamış, medreseler inşa edilmemişti. Bunun en büyük nedeni, Galata ve Beyoğlu’da yeterli suyun olmamasıydı. Nitekim az çok suya kavuşturulmuş bölgeler, bol miktarda Türk yerleşimine sahne olmuştu. Galata’nın iki yanında Tophane veKasımpaşa buna iyi bir örnekti. Öteki taraf ise Halıcıoğlu ve Sütlüce’ye doğru uzanıyordu.

Beyoğlu’nun su sorunu üzerine, ciddi şekilde ancak XVIII. yüzyıl ortalarında eğilinmiştir. 1732’de Birinci Mahmud tarafından Bahçeköy su şebekesinin yapılmasıyla Beyoğlu bol suya kavuşmuştur. Beyoğlu bölgesinin bol suya kavuşturulduğu 1732 senesinin tarihini taşıyan 25 çeşme bulunmaktadır. 1737-1800 arasında yapılmış 49 çeşme, 1800-1923 arasında yapılmış 76 çeşme, bir yönüyle de Türk nüfusunun nerelerde yoğunluk gösterdiğinin de işaretini oluşturmaktadır.

Bahçeköy şebekesi, Beyoğlu için, uzun yıllar yeterli olmamıştır. Beyoğlu su bakımından bundan sonra da zaman zaman takviye edilmiştir. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında, Terkos Gölü’nden İstanbul’a su veren şebeke yapılınca Beyoğlu’ya da su verilmiştir. İmparatorluk döneminde Beyoğlu’ya son su takviyesi İkinci Abdulhamid zamanında olmuştur. Kemerburgaz ile Cenderearasındaki 60 kadar kaynağın suları toplanarak 1904’te demir borular ile Beyoğlu’ya sevkedilmiştir. Bu sularHamidiye Suları diye tanınır.

İstanbul’da evlere ve diğer özel kurumlara paralı su dağıtımının yapılması, Terkos ve Elmalı şebekeleri ile başlamıştır. İstanbul’da halkın evlerinde paralı su harcaması da Terkos ve Elmalı suları ile başlamış oldu.

Beyoğlu’ya dikkatlerin çevrilmesine neden olan etken, aslında devletti. Zira Beyoğlu’nun sırtlarına da, kıyı bölgelerine de el uzatan öncelikle devletti. Devlet buralarda yeni kurumlar kurma yönünde varlığını gösteriyordu. Bunlar: Saray, modern okullar, kışlalar, hastaneler, yönetim birimleri gibi şeylerdi. Reformlar bunlarla belirginliğe kavuşuyor, halka tanıtılıyor, öğretiliyor ve yaşama geçiriliyordu. Reformlar ve Batıya Açılışkonusunda İkinci Mahmud da Üçüncü Selim’in yolunu izler. Beyoğlu’nun yıldızının parlayışı asıl bu padişah zamanında açıklık ve hız kazanır. Padişah sarayının İstanbul’dan Beyoğlu yakasına geçmesi, saltanat makamınca Beyoğlu’nun İstanbul’a tercih edildiğini ortaya kor.

Bu dönemde örneğin; Sütlüce yakınında Karaağaç’ta bir evde, gizlice matematik ve geometri dersleriverilmeye başlanır. Gizlilik içinde bir reform uygulamasına geçilmekteyken Beyoğlu yakası uygun görülmektedir. Bir süre sonra bu hendese hane Tersane civarında açık şekilde faaliyete geçecek, matematik ve geometri gibipozitif bilimlere yer verilen bu eğitim birimi 1773’te kurulmuş olan Mühendishane-i Bahri-i Hümayun için bir başlangıç olacaktır.

Aynı şekilde Baron Dö Tott, askeri alanda ikinci bir reform hareketi olarak Sürat Topçuları’nı kurmuştur. Bunlar haftada üç gün Beyoğlu ve Kağıthane’de talim yapmışlardır. Baron Dö Tott’un yenilikleri arasında bir de Hasköy’de Top Dökümhanesi’nin kuruluşunu hatırlatmak gerekir. 1792’de ise Halıcıoğlu’da Humbaracı Kışlası yaptırılır. Aynı yıl içinde, tarihi Haliç Tersanesi’nde va Galata’nın hemen yanıbaşında Tophane’de yenilemeler gerçekleştirilir. 1795’te Mühendishane’i Berri-i Hümayun Halıcıoğlu’daki binasında eğitime başlamıştır. Bu açıdan Beyoğlu’nun gelişmesini etkileyen kurumsal inşaatlarının en başında Beyoğlu Kışlası’nı saymak gerekir. Beyoğlu Kışlası topçu askerleri için hazırlanmıştır.

Yıllar ilerledikçe, Beyoğlu’nun tercihli alan haline gelişi, daha başka noktalardan da açıklığa kavuşur. 1858’de Beyoğlu’da örnek belediyecilik uygulamasına geçilmesi, tercihin yönetim alanına kadar uzanışına açıklık getirir.

Kılık, kıyafet ve yaşam tarzı ve binalar açısından bütün halinde Türkiye ölçeğinden farklı bir yaşam  ve görüntünün asıl yoğunluk kazandığı yer, kuşkusuz, Beyoğlu olmuştur. 1860-1864 arasında Aşıklar ve Ayazpaşa mezarlıkları kaldırırılmış, Galata surları yıktırılmış, yeni caddeler ve sokaklar açtırılmış; yangınların önlenebilmesi için ahşap bina yapımı yasaklanmıştır. 1873’de Galatasaray’ı Beyoğlu’na bağlayan Tünel açılıp hizmete girmiştir. 1913’te ise Beyoğlu-Şişli arasında elektrikli tramvaylar hizmete girmiştir.Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçildiğinde de Beyoğlu’nun yerleşme alanı Teşvikiye ve Maçka’dan Beşiktaş’a, Şişli ötelerine, Haliç ve Boğaziçi yamaçlarına uzandı. Bu gelişme sırasında konutlar yavaş yavaş iş yerlerine dönüştü. Önceleri adı Cadde-i Kebir iken Cumhuriyetten sonra İstiklal Caddesi denilen ana yol boyunca mağazalar, bankalar, kahvehaneler, tiyatrolar, sinemalar, pastaneler ve eğlence yerleri açıldı. Bu gelişme Halaskargazi Caddesi boyunca Şişli’ye doğru sürdü.

İstanbul’daki hızlı kentleşme gözönünde tutularak cumhuriyet döneminde birkaç kez kent planlaması yapıldı. Bu planlara göre Haliç çevresi ile Boğaziçi sanayi olarak ayrılınca 1940 sonlarından başlayarak bu alanlarfabrika ve işyerleri ile doldu.

Bugün Beyoğlu ilçesinin sınırları içerisinde çok sayıda önemli kurum ve mekan bulunmaktadır. Bunların arasında; Fındıklı’daki Mimar Sinan Üniversitesi, Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi, Kasımpaşa’daki Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Sütlüce’deki Tophane-i Amire ( Koç Sanayii Müzesi), Aynalıkavak Kasrı, İstiklal Caddesi’ndeki İstanbul Sanayi Odası, Yapı Kredi Kültür ve Yayıncılık, Çiçek Pasajı, Balık Pazarı, Aksanat, çok sayıda sinema, Muammer Karaca Tiyatrosu, Tünel ve Tramvay ulaşımı, Galata’daki Galata Kulesi  de bulunmaktadır.

Günümüzde de büyük otellerin, tiyatroların, sinemaların, okulların, konsoloslukların, yabancı kültür merkezlerinin, sanat galerilerinin bulunduğu Beyoğlu, İstanbul’un en canlı ve gözde semtlerinden biridir.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 666 1

 

Loading...
 İstanbul, medeniyetlere başkentlik yapmış bir dünya şehri. Bu şehrin en güzel yerlerinden biri Boğaziçi ve onun bir parçası olan Beykoz’dur. Üç bin yıllık tarihi ile Beykoz, İstanbul’da Osmanlı’nın fethettiği ilk yer olması; Sultan Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı Anadoluhisarı ile fethin müjdeleyicisi; Göksu, Küçüksu, Akbaba, İncirköy, Beykoz çayırı ile İstanbul’un mesiregahı olan bir belde. Sinesinde Yuşa hazretleri başta olmak üzere kadim Beykozlulara ebedi istirahatgah olan bir belde.

Beykoz’un tarihine ilişkin olarak bilinen en eski tarih M.Ö. 900’lerdir. Bu dönemde deniz yoluyla gelip Beykoz’u kendilerine yurt edinen Traklar, Beykoz’da yerleştiği bilinen ilk halk olarak karşımıza çıkar. Her ne kadar sanat tarihçileri ve arkeologlar çok daha önceki dönemlerde Karadeniz’den Boğaz’a doğru seyreden tepelerde Apollon tapınağı benzeri yapıların olduğunu öne sürmekte ve dolayısıyla da Beykoz’un bir kent olarak tarihini çok daha önceki tarihlere götürmek gerektiğini iddia etseler de, örgütlü bir toplumsal hayatın Beykoz’da söz konusu tarihle birlikte başladığını söyleyebiliriz.

Traklar Beykoz’a geldiklerinde, kralları Amikos’un ismine binaen, buraya “Amikos” adını vermişlerdir. Amikos, Beykoz’un bilinen en eski adıdır. Boğaz’ı geçerek Beykoz’a gelen Traklar burada Bebrik Devleti’ni kurmuşlardır. Bir rivayete göre Bebrikler isimlerini Akdeniz kıyısında, Pirenelerin kuzeyinde ve güneyinde bulunan eski bir İber kavminden almışlardır. Bebrikler M.Ö. 337 yılında Bitinyalıların saldırısına uğramış ve Bebrik Devleti uzun süren kanlı mücadele ve savaşların ardından yıkılmıştır.Beykoz (Amikos), yönetim mekanizmasının babadan oğula geçen bir krallık sistemine bağlı olduğu Bitinyalılar devrinde tam dokuz kral görmüştür. M.Ö. 74 yılında Bitinya kralı IV. Nicomedes ölüm döşeğindeyken tüm krallığını Roma imparatorluğuna devretmiştir.

M.S. 395 yılında Roma İmparatoru Büyük Teodosyus imparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ikiye bölene dek Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde yer alan Beykoz, bu tarihten itibaren Bizans İmparatorluğunun egemenliği altına girer. Pers İmparatorluğu 609 yılında Beykoz’u sınırlarına dâhil eder. Persler altmış yıl bu topraklarda kaldıktan sonra, 669 yılında Müslüman Araplar bu toprakları Perslerden alırlar. Kısa bir süre sonra çekilen Arapların ardından bölgenin hâkimiyeti yeniden Bizanslıların eline geçer. Bizanslıların bölgedeki bu üstünlükleri yedi yüz yıldan daha fazla, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid’ın bölgeyi ele geçirdiği tarih olan 1402 yılına kadar devam eder. İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed tarafından fethinden 51 yıl önce, Beykoz (Amikos) Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içerisine dâhil edilir. Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına dahil edilen kentin adı bundan böyle Amikos değil, Beykoz’dur. Beykoz isminin nereden geldiğine ilişkin olarak da çeşitli rivayetler söz konusudur. Bu rivayetler içerisinde en bilineni, Beykoz isminin Kocaeli beylerbeylerinin Beykoz’da oturmasına nispetle üretilenidir.

Rivayete göre Farsçada köy anlamına gelen kos sözcüğünün Türkçe bey sözcüğüne eklenmesi sonucunda ortaya çıkan Beykos (Beyköyü) sözcüğü kentin adı olarak kalmıştır. Beykos zamanla Beykoz’a dönüşmüştür. Bilinen bir başka rivayet ise, Beykoz isminin, kentin Osmanlı idaresi altına girdiği dönemden sonra kentte inşa ettirilen On Çeşmeler adlı bir çeşmenin yanında bulunan büyük bir ceviz ağacına binaen ortaya çıktığını iddia etmektedir. Bu rivayete göre söz konusu dönemde koz kelimesi ceviz sözcüğünü nitelemek üzere kullanılmaktadır. Bu yörede ceviz ağaçlarının çok fazla sayıda bulunması nedeniyle de bu yöreye Binkos adının verildiği ve bu ismin zamanla Beykoz ismine dönüştüğü öne sürülmektedir.

Muhteşem dereleri, birbirinden güzel mesire yerleri, bereketli toprakları, cömert denizi ve aynı zamanda geniş bir av sahası da olan yemyeşil ormanlarıyla bir masal kentini andıran Beykoz, Osmanlı Devleti tarihinde önemli bir yere sahiptir. Av alanlarının uygunluğu münasebetiyle Osmanlı yönetici sınıfının gözde mekânlarından birisi olmuştur Beykoz. Padişah başta olmak üzere avın kendileri için bir tutku olduğu saray erkânı, Osmanlı’nın son dönemlerine dek Beykoz’u kendilerine mesken tutmuşlardır. Özellikle Tokat Bahçesi, bugünkü Akbaba köyü civarı ve Çubuklu yöresinde düzenlenen av partileri ile ilgili birçok tarihsel anekdot ve resmi kayıt söz konusudur. Ünlü seyyah İbn Battuta’dan öğrendiğimize göre, av partileri Türk yönetici sınıfının ayırt edici özelliklerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bölgeler Osmanlı yönetici sınıfının avlanma yeri olarak tayin edilmiş bölgeler olup, tebaadan birilerinin avlanması yasaklanmıştır.

Beykoz’un gözdesi köşklerin bu bölgede ortaya çıkışları doğrudan bu av merakıyla bağlantılı bir gelişmedir. Zamanla padişahların ve önde gelen saray erkânının konaklayabilmesi için birbirinden güzel av köşkleri inşa edilmiştir Beykoz’da. Bu bağlamda bugün maalesef arkasında herhangi bir iz bırakamayan, tarihsel önemi haiz av köşklerinden olan Tokatköy’deki Tokat Kasrı ve bahçelerine değinmek yerinde olacaktır. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Tokat Kasrı’nın Fatih Sultan Mehmed tarafından yapıldığını şu cümlelerle anlatmıştır.

Fatih Sultan Mehmet'in seferde olan sadrazamının gönderdiği haberci, nefes nefese, heyecanla Tokat'ın fethedildiği müjdesini verince Fatih Sultan Mehmet: "Tez şurada bir bahçe yapılsın ismine de Tokat bahçesi denilsin. Tokat surlarına benzeyen bir set çekilsin (…)" demiş. Etrafı surlarla veya çitlerle çevrili bu bahçe içerisinde bir zarafet timsali bir köşk, muhteşem bir havuz, enfes bir şadırvan ve güzel bir hamam yaptırılmış, geniş bir alana sahip olan bahçesinde ise av hayvanları yetiştirilmiştir. Bu yapının yer aldığı Tokatköyü’ne muhteşem bir kemerli beton köprü üzerinden geçmek suretiyle varılmaktadır. Bu kasrın ve bahçenin bakımı emri altında yüz bostancının bulunduğu bir bahçıvan başı tarafından sürdürülmüştür. Bu kasrın özellikle genç yaşta tahta çıkan IV. Murat (1623-1640) tarafından çok beğenildiği bilinmekte, onun bu bahçenin çimenliğinde cirit oynattığı söylenmektedir. Yapıldığı tarihten itibaren Tokat Kasrı’na ve Beykoz’un bizatihi kendisine tahta geçen bütün Osmanlı Padişahları’nın rağbet gösterdikleri bilinen bir gerçektir. En fazla tercih edilen av türleri kuş, geyik ve karaca avı olmuştur. Kuş avı daha ziyade doğanlar kullanılarak yapılırken, geyik ve karaca avı eğitilmiş köpekler kullanılarak yapılırdı. Özellikle yenileşme döneminin Osmanlı Devleti’nde nasıl bir seyir aldığını izlemek açısından Beykoz’da düzenlenen av partileri oldukça enteresan malzemelerle doludur. On sekizinci yüzyıl sonrasında Sakson türündeki av köpekleri Avrupa’dan getirilmeye başlanmıştır. Ava en düşkün padişahın kendisi için “avcı” lakabının kullanıldığı IV. Mehmed (1642-1693) olduğu söylenir. IV. Mehmed’in en kısa avının üç ay sürdüğü rivayet edilir. IV. Mehmed av merakı nedeniyle devlet işlerini ihmal etmekle suçlanmış, bunun üzerine kendisine yöneltilen eleştirilere tepki olarak tahtını Edirne’ye taşımıştır.

Osmanlı tarihinin en önemli seyyahlarından olan Evliya Çelebi, Beykoz’u şu satırlarla anlatır: “(…) lebi deryadan bağlar kenarından gitmek üzere Servi Burnun’nun üç bin adım güney tarafında, bir liman-ı âzimin kenarındadır. Sekiz yüz haneli, bağ ve bahçeli, mamur bir kasabadır. Camii, mescidi, hamamı, sibyan mektebi, küçük sokakları, ağaçlarla müzeyyen çarşı ve pazarı vardır. Çarşı ve pazarı çok bakımlıdır. Halkı bahçıvan, oduncu ve balıkçıdır. Ab-ı havası nefistir. İskelesinde bir kılıç balığı dalyanı vardır. Beş altı gemi direğini birbirine bağlayıp denize dikmişlerdir. Karadeniz tarafından kılıçbalıkları geldiğinde direğin tepesindeki âdemler ellerindeki taşları kılıçbalıklarının arkasına doğru atınca balıklar emin yerdir diye liman ağzına doğru girer. Burada ağlara takıldıklarında balıkçılar kayıklarla kılıçbalıklarına yanaşıp kargı ve tokmaklarla bunları avlarlar. Buradan içeride Akbaba, Sultan, Ali Bahadır, Dereseki, Alemdağ, Koyun Korusu, Yuşa Nebi mesireleri vardır.”

Merkez Mahallesi İskele Meydanı’nda bulunan diğer bir adı İshak Ağa Çeşmesi olan “Beykoz On çeşmeler”, Osmanlı’dan günümüze kalan şaheser bir çeşmedir. Ünlü Türk Sanat tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice’nin deyimiyle “Dünyanın sayılı mimari eserlerinden biri” sayılan On çeşmelerle ilgili Türk edebiyatında şiirler yazılmış, meşhur ressamlarımız tarafından resmedilmiştir. Ünlü ressamlarımızdan İbrahim Çallı’nın “İshak Ağa Çeşmesi” tablosu önemlilerinden biridir.Beykoz On Çeşmeleri, 1159 yılında, Kanuni Sultan Süleyman’ın has odabaşısı Behruz Ağa, Mimar Sinan’a yaptırmıştır. 1746’da da İshak Ağa’nın tamiratı ile günümüzdeki şeklini almıştır.

Anadolu Feneri, İstanbul'un Asya yakasında İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'le birleştiği kuzey ucunda Yon (Hrom) Burnu üzerinde bulunan deniz feneridir. Karşısındaki Rumeli Feneri'nden 2 deniz mili uzaktadır. Fenerin bulunduğu köy de aynı isimle ( Anadolufeneri ) adlandırılır.Bulunduğu köye de adını veren fener 1834 yılında kurulmuştur. Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin Boğaz'ın ve Karadeniz'in girişlerini görebilmeleri için yapılmasına karar verilen fener 15 Mayıs 1856'de Fransızlar tarafından karşı sahildeki fenerle beraber kule kısmı yapılarak işletilmeye başlandı. 1933'de Fransızlara verilen 100 senelik işletme imtiyazı iptal edildi ve tamamen Türklere geçti.

Beykoz neredeyse iki yüz yıllık bir sanayi havzası. 19. Yüzyıl’ın başlarına kadar güzellikleri, sessizliği ve yeşillikleriyle anlatılarda önemli bir mesire yeri olarak yer alan Beykoz ve çevresi Tanzimat sonrası devlet eliyle başlatılan sanayileşme çabalarının görünürlük kazandığı ilk mekânlardan birisi oldu. Kağıt, deri, çuha, mum, cam gibi o dönem öncelikle ihtiyaç duyulan pek çok maddenin imal edildiği fabrikalar bu bölgede art arda kuruldu. Çoğunluğu devlet tarafından kurulan bu "fabrika-i hümayunlar" sayesinde Beykoz ve çevresi Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk sanayi havzasından birisi oldu. O tarihlerden iki binli yıllara kadar bu bölgede hep fabrikalar ve tabii orada çalışan çok sayıda işçi oldu.

1810 yılında tabakhane olarak kurulan Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası İstanbul’un en eski fabrikalarından biridir. Fabrika Osmanlı ve Türk ordusuna ayakkabı deri ürünlerinin tedarikini sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu dönemine (II. Mahmut döneminden imparatorluğun yıkılışına kadar), Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve birçok tarihi olaya şahitlik yapan fabrika 1933 yılında Sümerbank’a devredilmiştir. O zamandan bu yana hafızalarımızda asla eskimeyen sağlam Sümerbank ayakkabıları olarak yer edinen deri kunduralarının üretimini gerçekleştirmiştir.

Beykoz Tekel Fabrikası; yabancı bir mimar tarafından (ismi bilinmiyor) projelendirildi ve Cumhuriyetin ilk fabrikalarından biri olarak 1920'li yılların sonunda hizmete açıldı. Fabrika tarihi boyunca hiç zarar etmedi. Hatta kapatıldığı 2000'li yıllarda bile Türkiye'nin içki, ispirto, alkol ihtiyacının çoğunu karşılamıştı. Bölge Sultan Abdülhamid zamanında Organize Sanayi Bölgesi ilan edilmişti ve burada fabrikalar mevcuttu. 1800'lerin sonlarında mum fabrikası olan ve yabancılar tarafından işletilen binayı 1922 yılında Türkler satın almış ve burada içki üretimine başlamışlar. Atatürk'ün çok istediği rakı fabrikası 1929 yılında Hasan Hulki Bey isimli kimyager şahıstan satın alınıp projeler hazırlatılmış ve ek binalar yapılmıştır. Çok geçmeden fabrika Türkiye'nin en büyük ve tüm ihtiyacını karşılayan alkol fabrikası olmuştur.Cumhuriyet döneminde;  Şişecam (Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş), Türkiye'nin cam ihtiyacını karşılamak amacıyla İstanbul'un Paşabahçe semtinde 4 Temmuz 1935'te faaliyete geçen bir fabrikadır. Fabrikanın bu semtte kurulmasıyla birlikte Paşabahçe semti cam üretimi ile anılır olmuştur.

Boğazın en güzel noktasında, muhteşem doğasıyla yer alan Boğazın İncisi Beykoz bir sanayi şehriydi artık. 2000'li yıllardan sonra fabrikaların kapanması ve taşınmasının ardından ilçemiz, konut, turizm, sağlık ve eğitim bölgesi olarak tanımlanmaya başladı. Belediye yönetimi olarak bölgenin turizm, eğitim, sağlık ve kültür vizyonunu geliştirmeye ve bu doğrultuda projeler oluşturmaya odaklandık. Kanal Riva, Karlıtepe Mesire Alanları, 5'e ulaşan üniversitelerimiz, Beykoz Arena Spor Kompleksimiz, Kılıçlı Film Platomuz ve devam eden bir çok vizyon  projemizle ilçemizin geleceğine emin adımlarla yön veriyoruz.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 44 55

 

Loading...
Bizans döneminde, Beşiktaş kent (sur) dışı bir yer olduğu için, yönetsel bir statüye sahip değildi. Ancak, Osmanlı döneminde yerleşme yeri kimliği kazanmaya başlayınca kent yönetimindeki yerini almıştır.
 
16. yüzyılda İstanbul sur dışına taşıp, Galata, Üsküdar ve İstanbul Boğazı’nın iki kıyısı boyunca yeni yerleşmelerle büyük bir metropol haline gelince, kent yönetimi de bu gelişmeye koşut biçimde düzenlendi. Geleneksel olarak bir Osmanlı kentinde yargı yetkisi yanında yönetsel görevleri de olan tek bir kadı bulunurdu. Ama İstanbul'da tek kadı'nın böyle bir yükü taşıyamayacağı görülerek kent İstanbul (suriçi) ve Bilâd-ı Selâse (üç belde) adı verilen bölgelere ayrıldı. Bilâd-ı Selâse’yi oluşturan Eyüp, Üsküdar ve Galata’ya ayrı birer kadı atandı. Beşiktaş da kentin Kâğıthane’den Rumelikavağı’na kadar uzanan Rumeli yakasının yöneticiliğini üstlenen Galata Kadılığı’na bağlandı.
 
19. yüzyıl başlarına kadar bu biçimde yönetilen Beşiktaş’ta bu süre içinde oluşan mahalleler şunlardı: Sinanpaşa, Vişnezade, Şenlik Dede, Ekmekçibaşı, Uzuncaova veya Rum Ali, Sormagir Odaları, Abbas Ağa, Topal Hoca, Sinanpaşa Mescidi, Çarakçı Limanı, Kılıç Ali Paşa, Hanım Kadın, Yahya Efendi, Ortaköy, Mülki Hatun, Defterburnu, Kuruçeşme, Bebek köyü ve Kayalar. 1846-1879 arasında Zaptiye Müşiriyeti, 1879-1908 arasında da Zaptiye Nezareti döneminde Beşiktaş’ın önemi arttı. Çünkü hanedanın önce Dolmabahçe Sarayı’na daha sonra da Yıldız Sarayı’na taşınmasıyla Beşiktaş kent içinde farklı bir statü kazandı.
 
Özellikle II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) son derece sıkı korunan âdeta bir “yasak şehir” görünümüne büründü. Resmi adı “Zaptiye Nezareti Beyoğlu Mutasarrıflığı Beşiktaş polis memurluğu” olan ve halk arasında “Beşiktaş Muhafızlığı” diye anıldı.
 
Tanzimat sonrasında hızlanan devlet örgütündeki yenilenme belde yönetimindeki ilk etkisini İstanbul'da gösterdi. 1854'te şehremanetinin ve ardından Paris örnek alınarak kenti belediye dairelerine ayırma kararının ilk uygulaması olarak Beyoğlu'nda 6. Daire-i Belediye’nin kurulmasıyla bu yolda temel adım atıldı. Uygulamanın tüm kente yaygınlaşması 6 Ekim 1868 tarihli Dersaadet İdare-i Belediye Nizamnamesi’nin yayımlanmasından sonra mümkün oldu.
 
Bu nizamnameye göre 14 belediye dairesine ayrılan İstanbul'da Beşiktaş 7. Daire olarak nitelenir ve sınırları “Dolmabahçe’den sahilen Kayalar’a ve berren (karadan) Levend Çiftliği ve Şişli Feriköyü’ne kadar olan karyeler (köyler)” diye tanımlanır. Nizamnamenin uygulaması henüz on yılı aşmışken 5 Ekim 1877 tarihinde çıkartılan Dersaadet Belediye Kanunu ile belediye dairelerinin sayısı 20 olmuş, sınırlar yeniden çizilmiştir. Bu kanuna göre Beşiktaş merkezi Beşiktaş olan 8. Daire ile merkezi Arnavutköy olan 9. Daire’ye ayrılmıştır.
 
Beşiktaş da Beyoğlu Mutasarrıflığı’nın yetki alanı içindeydi. Bu yapı 1923'te Cumhuriyet’in ilanına kadar sürmüştür. Cumhuriyet döneminde bütün mutasarrıflıklar il haline getirilince İstanbul da kısa bir süre (1924-1926) üç il olarak yönetilmiş, 1926’da iller yeniden düzenlenirken Beyoğlu ile Üsküdar ilçe yapılmıştır. Beşiktaş 1930’da Beyoğlu'ndan ayrılarak ilçe statüsü kazanmış, Ortaköy ile Arnavutköy de bucak merkezi olmuştur. Aynı yıl yürürlüğe giren 1580 sayılı Belediye Kanunu ile İstanbul'da özel yasası olan Şehremaneti yönetimi kaldırılmış, belediye kurulmuştur. Gene de İstanbul'un büyüklüğü göz önüne alınarak her ilçede bir belediye şube müdürlüğü kurulması öngörülmüştür. Bu dönemde valiler aynı zamanda belediye başkanı oldukları gibi kaymakamlar da belediye şube müdürlüğü görevini yürütmüşlerdir.
 
Beşiktaş’a ilk kez 1956’da ayrı bir belediye şube müdürü atanmıştır. Beşiktaş 1930’da ilçe olduğunda Abbasağa, Arnavutköy, Bebek, Cihannüma, Dikilitaş, Mecidiye, Muradiye, Ortaköy, Sinan Paşa, Teşvikiye, Türkali (eski Rumali), Vişnezade, Yıldız ve Kuruçeşme adlarını taşıyan 14 mahallesi vardı. Bunlardan Teşvikiye Mahallesi 1954’te ilçe olan Şişli’nin sınırları içine katılmıştır. Son 50 yılda oluşan yeni yerleşmelerle mahalle sayısı 23’e ulaşmıştır.
 
Kaynak: Dünden Bugüne Beşiktaş kitabı, Tarih Vakfı/Beşiktaş Belediyesi Yayınları

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 1 990

 

Loading...
11 mahalleden ve yaklaşık 273 bin yerleşik nüfustan oluşan bir yerleşim yeridir. Nüfusu gün içinde 1 milyona yaklaşmaktadır. Bayrampaşa, doğudan Eyüp, batıdan Esenler, güneyden Zeytinburnu, kuzeydoğudan Gaziosmanpaşa ile çevrilidir.

Bayrampaşa günümüzde 11 mahalleden ve yaklaşık 273 bin yerleşik nüfustan oluşan bir yerleşim yeridir. Bayrampaşa; iş, eğitim, kültür, alış-veriş ve önemli bir ulaşım noktasını bünyesinde barındırmasından dolayı nüfusu gün içinde 1 milyona yaklaşmaktadır. İstanbul’un Avrupa yakasında yer alan Bayrampaşa, doğudan Eyüp, batıdan Esenler, güneyden Zeytinburnu, kuzeydoğudan Gaziosmanpaşa ile çevrilidir. Eyüp’ün bir semti olan Bayrampaşa’ya 1990 yılında ilçe statüsü verilmiştir.

Bugün çağdaş bir kent görünümünde olan Bayrampaşa’nın tarihi,  Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanmaktadır. 1453’te Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u kuşatması sırasında, askeri yığınak ve karargah yeri olarak seçilen Bayrampaşa, daha sonra savunma amaçlı kullanılmış, bölgeye askeri hastane, kışla ve sığınaklar yapılmıştır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bayrampaşa

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, Osmanlı’nın Balkan hakimiyetinin sona ermesiyle birlikte binlerce Müslüman Balkan coğrafyasından, İstanbul ve Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır. 1927’de Bulgaristan’ın Filibe şehrinden göç eden ve yöreye ilk yerleşen göçmen grup, bölgede tarım ve hayvancılık yapmıştır. Bu doğrultuda, Velibey (Demirkapı), Ferhatpaşa ve Cicoz çiftlikleri kurulmuş, bugün Numunebağ ve Abdi İpekçi Caddesi olarak adlandırılın alanda bağcılık yapılmıştır. Bayrampaşa’nın gelişip bugünlere gelmesinde Balkanlar’dan göç edenlerin katkısı asla göz ardı edilemez. 1927’de Bulgaristan’dan başlayan, 1950’lerde Makedonya’dan gelen insanlarla artan ve 1960’lı yıllarda Yugoslavya’dan göç eden Boşnaklarla doruğa ulaşan göç dalgası, Bayrampaşa’nın sosyo-kültürel altyapısının oluşmasında fazlasıyla etkili olmuştur. Balkan göçmenlerinin çalışkanlığı, aile bağlarına verdiği değer, Bayrampaşa’nın İstanbul’un en güzel ilçelerinden biri olması yolunda önemli katkılar sağlamıştır.

1927’den itibaren gruplar halinde Bulgaristan ve Yugoslavya’dan gelen göçmenlere ilaveten 1955’te İstanbul’un iki büyük caddesi olan Vatan ve Millet Caddeleri yapılırken evleri istimlake uğrayan vatandaşların çoğunun Sağmalcılar Köyü’ne yerleşmesi, bölge nüfusunun artmasına neden olmuştur. Türkiye’de 1950’den itibaren kendini gösteren kentleşme olgusuna bağlı olarak, Anadolu’dan İstanbul’a göç eden insanların bir bölümü yerleşim yeri olarak Bayrampaşa’yı seçmiştir. Bölgeye 1950’li yıllarda yapılan fabrikalar, Bayrampaşa’nın yerleşim alanı olarak tercih edilmesinde oldukça etkili olmuştur.

Mimar Sinan tarafından İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan ve o dönemde aktif durumda olan temiz su kanallarına, binaların atık su giderlerinin hatalı bağlanması sonucu semtte kolera salgını baş göstermiştir. Salgına bağlı olarak çok sayıda insan yaşamını yitirmiştir. Dönemin yöneticileri tarafından, Sağmalcılar adının zihinlere kolera sözcüğüyle birlikte yerleştiği düşünülerek, Dördüncü Murad’ın sadrazamlarından Bayram Paşa’nın burada bir çiftlik sahibi olmasından esinlenilerek Sağmalcılar adı, 1971’de Bayrampaşa olarak değiştirilmiştir.

1970 öncesinde tarıma dayanan bir ekonomisi olan Bayrampaşa, 1970 sonrası hızlı kentleşmeye bağlı yoğun göç sonucunda, ekonomisi sanayi ve ticaret ağırlıklı bir ilçe olmuştur. Ağır bir sanayisi olmayan Bayrampaşa'da, sanayi; yedek parça, otomobil tamiri, kalıpçılık, elektrik elektronik parça üretimi, hırdavat alet üretimi, plastik döküm, soğuk demir işlemesi, talaşlı üretim, tekstil gibi alanlara yönelmiştir. Gününüzde Bayrampaşa’da tarım alanı mevcut değildir.

Tarihi eserler bakımından önemli bir yeri olan ve bugün Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü hizmet binası olarak ayrılan Maltepe Askeri Hastanesi, 1827’de yaptırılmıştır. Bina dört cephelidir. Orta yerinde büyük bir avlusu vardır. Ön cephesi tek, öteki yönleri ikişer katlıdır. Tavanları yüksek, odaları ve koğuşları geniştir. 1922’de lağvedilen hastane bir müddet askeri okul ve daha sonra kışla haline getirilerek 66. Tümen’in karargahı olarak kullanılmıştır. Ferhat Paşa Çiftliği 20.yy. başlarında merhum İbrahim Turhan tarafından ilçemize kazandırılmıştır. Balkan Harbi yıllarında Selanik’ten Türkiye’ye gelen İbrahim Turhan, Litros’a -bugünkü Esenler- gelir. Bu bölge o yıllarda Rum köyüdür. İbrahim Turhan bu bölgeye Türklerin yerleşmesinde öncülük eder ve geniş bir arazi satın alarak burada bir çiftlik yaptırır. Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Koca Sinan tarafından Bayrampaşa’da yapılan su terazilerinden ve su maslaklarından günümüze pek az iz kalmıştır.

1994 yılından sonra belediyenin planlı çalışmaları sonucu Bayrampaşa, estetik dışı görüntüsünden kurtulmaya başlayarak, modern bir siluet kazanmış ve öz aurası ile İstanbul'un yükselen yıldızı olmuştur. Hızlı bir değişim süreci geçiren Bayrampaşa’da kısa sürede alt ve üst yapı sorunları çözülmüş, eğitim, kültür, sağlık, spor alanında önemli projeler üretilmiş, ekonomik ve sosyal hayatı iyileştiren çok sayıda mekan halkın hizmetine sunulmuştur. 1994’ten günümüze kadar, Bayrampaşa Belediyesi tarafından bilgi evleri, bilgi merkezleri, sağlık birimi, spor tesisleri, kültür salonları, beşi bir yerde hizmet merkezleri kurulmuş ve 70’den fazla park yapılmıştır. Bayrampaşa’da açılan Carrefour, Bauhaus, Forum İstanbul Avm, Ikea, ve Koçtaş ilçenin ticari hayatını canlandırmış, Bayrampaşa’yı İstanbul’un popüler ilçelerinden biri haline getirmiştir. Ayrıca Vatan ve Yenidoğan mahallelerinin arasında bulunan Demirkapı Caddesi, Bayrampaşa'nın ticaret merkezi sayılabilir. Ulaşım sorunu bulunmayan Bayrampaşa’da, metro ulaşımda büyük kolaylık sağlamakta, metro ile başta havaalanı olmak üzere, İstanbul’un diğer önemli merkezlerine rahatlıkla seyahat edilebilmektedir. İlçemizden, İstanbul’un diğer ilçelerine metronun yansıra, otobüs ve dolmuş seferleri mevcuttur. İlçemiz önemli noktalara yerleştirilen kameralar vasıtasıyla, güvenlik birimlerimiz tarafından 7/24 kesintisiz izlenmekte, böylece güvenliği bozan olayların önüne geçilmektedir.

Mayıs 1994’te Bayrampaşa’da hizmete giren İstanbul Büyük Otogarı, İstanbul’un en büyük ulaşım noktasıdır. Günde yaklaşık 15 bin otobüsün hareket etmesine imkan veren Büyük İstanbul Otogarı’nda 5 binden fazla kişi istihdam edilmektedir. Halen 168 adet acente, 350 otobüs firması, 350 işyeri otogarda faaliyetlerini sürdürmektedir.

Bayrampaşa’da, 1 devlet ve 4 özel olmak üzere toplam 5 hastane bulunmaktadır. Bu hastanelerin toplam yatak kapasitesi 250’dir. Sağlık Grup Başkanlığımıza bağlı 3 Sağlık Ocağı, 2 Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezi, 1 Verem Savaş Dispanseri mevcuttur. Yine ilçemizde 1 adet semt polikliniği ve dispanser hizmet vermektedir. Ayrıca 12 özel poliklinik mevcuttur. Öte yandan Bayrampaşa Belediyesi tarafından açılan, Kadın ve Aile Sağlığı Merkezi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi, Sağlık Hizmetleri Birimi vatandaşlarımıza sağlık hizmeti sunmaktadır.

Bayrampaşa’da yaşayan insanların okuma yazma oranının yüzde 99 olduğu tahmin edilmektedir. İlçemizde 25 ilköğretim okulu bulunmaktadır. Bu ilköğretim okullarında faaliyet gösteren anaokullarına ek olarak, Hacı Halide Canayakın Anaokulu, Tuna Anaokulu ve Bayrampaşa Belediyesi tarafından kurulan Bayram Yuva 1 ve Bayram Yuva 2 çocuklarımıza eğitim vermektedir. Bayrampaşa’da 1 Anadolu Lisesi, 3 tanesi yabancı dil ağırlıklı olmak üzere, 5 Genel Lise, 1 Ticaret Lisesi, 2 Anadolu Teknik Lise, 1 Endüstri Meslek Lisesi, 1 Teknik Lise ve 1 Kız Meslek Lisesi olmak üzere toplam 12 lise bulunmaktadır. Mevcut eğitim kurumlarına ek olarak, Bayrampaşa Belediyesi’nin hayata geçirdiği BAYGEM (Bayrampaşa Gençlik Merkezi), Bilim Merkezleri, Bilgi Evleri gençlerimize ve çocuklarımıza temel ve destekleyici eğitimler vermektedir. İlçemizde, Mesleki Eğitim ve Halk Eğitim Merkezlerinde çeşitli konularda halkımıza mesleki eğitimler verilmektedir.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
0212 414 97 00

 

Loading...
Bakırköy, İstanbul’un batı yakasında M.S. 384 yılında Konstantin tarafından bir eğlence ve sayfiye yeri olarak kurulmuştur.

Bakırköy’ün tarihi İstanbul’un tarihidir. Bakırköy, Bizans döneminde eski önemini koruduğu gibi, aynı zamanda askeri ve siyasi bir merkez olan Hebdomon ismiyle anılmaktaydı. Bakırköy zamanla Jeptimun, Makrohori, Makriköy, 1925’te de bugünkü Bakırköy adını almıştır.

Bakırköy’ün tarihinde kuşkusuz en önemli olay 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’dır. (Doksanüç Harbi) Plevne Kalesini ele geçiren Ruslar, İstanbul üzerine yürüdüler. Ayastefanos’u (Yeşilköy) işgal ederek karargah olarak kullanmaya başladılar. Tarihte Ayastefanos Antlaşması ile geçen belge 3 Mart 1878’ de burada imzalandı. Makriköy’ün Cumhuriyet öncesinde yaşadığı önemli bir olay da Fransız askeri birliklerince işgalidir. Ankara ordularınca bu işgal ortadan kaldırılmış ve Bakırköy Cumhuriyet dönemine adım atmıştır. 19.yy’ın sonlarından itibaren İstanbul’un bir ilçesi durumunda olan Makriköy’ün adı 1925 yılında ulusal sınırlar içinde yabancı adların değiştirilmesi sırasında Bakırköy’e dönüştürülmüştür.

Bakırköy 1990’larda tümüyle kentleşmiş bir yönetsel birime dönüşmüştür. 1989’da Küçükçekmece çıkarılarak ayrı bir ilçe yapılmıştır. 1992’de Bakırköy ilçe sınırları yeniden düzenlenerek Bahçelievler, Güngören, Bağcılar ve Esenler adıyla yeni ilçeler oluşturulmuştur.

Günümüz Bakırköy merkezindeki en eski yapı olan Çarşı Camii Bakırköy’ün gerçekten de 17. yüzyılla birlikte canlandığının yaşayan bir kanıtıdır. Çarşı Camii 1601’de inşa edilmiştir. Camiyle birlikte bir çeşme ve bir de hamam yapılmıştır.

Azadlı Baruthanesi’nin kuruluşunda Barutçubaşı Ohannes Dadyan görev almış olup adını taşıyan Dadyan İlkokulu günümüzde de faaliyetini sürdürmektedir.

Bakırköy merkezinde Ermeni Mezarlığı yanında Rum Mezarlığı da varlığını sürdürmektedir. Galleria’nın olduğu alandan Ayamama Deresi’ne kadar olan kıyı kesiminde 1970’lerin ortalarına kadar çok sayıda Roma ve Bizans dönemine ait çeşitli kalıntılara ait parçalar görülebilmekteydi. Ayamama Deresi civarındaki çeşitli temel kazılarında ise İlk Tunç Çağı’na ait çok sayıda eser bulunmuştur. Kanuni döneminin İskender Çelebi Bahçesi ile Baruthaneye ait çeşitli yapılar da bu sahil şeridinde yer almaktadır.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


  ÇAĞRI MERKEZİ
  0212 484 38 00

 

Loading...
İstanbul’un Avrupa yakasındadır. Güneyden Bakırköy’e, batıdan Küçükçekmece’ye, kuzeyden Bağcılar’a ve doğudan Güngören’e komşudur. 1992 yılında Bakırköy’den ayrılarak ilçe olmuştur. Yüzölçümü 16.7 kilometrekaredir.

Bahçelievler İlçesi, Cumhuriyet, Çobançeşme, Fevziçakmak ve Hürriyet mahallelerinin Yenibosna bölgeleri, Kocasinan, Siyavuşpaşa, Soğanlı, Şirinevler, Yenibosna, Zafer ve Bahçelievler olmak üzere 11 mahalleden oluşmaktadır. Bahçelievler’e bağlı bucak ve köy yoktur.

1950’li yıllara kadar bugün Bahçelievler ilçesinin bulunduğu bölgede Kocasinan ve Yenibosna köyleri vardı. Bahçelievler’in bulunduğu kesim, Bakırköy’ün O-1 karayolunun (eski E-5) kuzeyine doğru büyümesiyle oluşmuştur.

Bahçelievler’in nüfusu da, komşu ilçelerinin nüfusu gibi, 60’lı yıllardan itibaren çok hızlı bir artış gösterdi. 1960 yılında 8.500 olan nüfus, 5 yıl sonra 1965 yılında 20.881’e çıktı. 1975 yılında ise Bahçelievler’in nüfusu 100 bini aşıyordu.

TARİHİ VE KÜLTÜREL ZENGİNLİKLER

1 ) Havuzlu Köşk (Siyavuşpaşa Kasrı) :
Havuzlu Köşk (Çavuş Başı) Milli Egemenlik Parkının içinde bulunmaktadır. Yapılan ek ve değişikliklere karşın, köşkün genel görünüşü 16. Yüzyıl Osmanlı sivil mimarlığının tüm özelliklerini yansıtmaktadır. Günümüzde çocuk kitaplığı olarak değerlendirilmektedir. Adını 16. Yüzyılda Sultan III. Mehmet zamanında iki defa sadrazamlık yapmış olan Siyavuşpaşa‘dan almıştır.

2 ) Çobançeşme Köprüsü :
Londra Asfaltı’nın Atatürk Hava Limanı Kavşağında yer alır Altı kemerli 38 metre uzunluğunda yontma taşlardan yapılmıştır. Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait bu köprü, suyu bol Ayamama Deresi üzerine kurulmuş iken şimdi suları çekilmiş kuru bir dere yatağı üzerinde durmaktadır.

3 ) Viran Saray (Viran Bosna)
Yenibosna Merkez Mahallesinde Yenibosna İlköğretim Okulu’nun güneybatısında yer almaktadır. Şu anda tamamen viran olmuş, sarayın kalıntıları vardır. Yapılan incelemede Osmanlı Dönemine ait olan saray, bugünkü Yugoslavya’da bulunan Bosna kentinden ismini almıştır. Önceleri Saray Bosna iken saldırı sonucu yıkıldıktan sonra Viran Bosna adını almıştır.

E-Belge Sorgu Vergi Ödeme Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


  ÇAĞRI MERKEZİ
  0212 410 06 00

 

HAZIRLANMAKTA
Bağcılar, Osmanlı döneminde Rum ahalinin yaşadığı Mahmutbey Nahiyesi´nin köylerinden biriydi.

Mahmutbey Nahiyesi 1950´li yıllarda içinde jandarma karakolu, sağlık merkezi, eczanesi, postahanesi, elektrik birliği,sineması, misafirhanesi, köy muhtarlığı ve okul müdürlüğü lojmanı bulunan bir köy konağına sahipti. 1990´lı yıllara gelindiğinde hiç bir alt yapısı olmayan, çamur içinde yüzen sokakları ve caddeleriyle büyük bir köy hüviyetine bürünmüştü.

Bağcılar, 1992 yılına kadar Bakırköy Belediyesi´ne bağlı bir yerleşim birimi iken Kirazlı, Güneşli ve Mahmutbey semtlerinin birleştirilmesi sonucu 3806 sayılı yasa ile müstakil belediye ve ilçe haline getirilmiştir.

TARİHİ ESERLER
Tarihi eser açısından çok zayıf bir yerdir. İlçemizde buna rağmen küçük de olsa belirli tarihi kalıntılara rastlamak mümkündür.

Kaşıkçı Çeşmesi : Bugünkü Beltaş Kumaş Fabrikası´nın altında kalan bu çeşme, konaklama hanı, hamam ve su sarnıcı ile küçük bir külliye gibi idi. Avrupa´dan gelen tüccarlar ve gezginler burada konaklar ve bu konaklama esnasında İstanbul Şehremini´nden, şehre giriş izni alırlardı.

Çifte Gelinler Çeşmesi : Tarihi ipek yolu güzergâhında Mimar Sinan modeli kesme taştan yapılmış olan bu çeşmede birbirlerine ters istikamette hayvanların ve insanların ayrı ayrı su içebileceği bölümler bulunmaktaydı. Ayrıca bu çeşmenin yanında yolcuların cuma ve bayram namazı kılması için bir minber de bulunmaktaydı. Bu çeşmeden bugün herhangi bir kalıntı mevcut değildir. Ayrıca Mahmutbey Mahallemizde Osmanlı Dönemi´nden kalma Acı Çeşme, Burmalı Çeşme, Hüseyin Ağa Çeşmesi ve Demirli Çeşmeleri hala hizmete devam etmektedir.

Tavukçu Köprüsü : Bugünkü Tavukçu deresi üzerinde bulunan ve kesme taştan yapılmış kemerli bir köprü idi.

Su Kemerleri : Askeri saha içinde kalan 2 adet su kemeri halen mevcuttur.

Tarihi İpek Yolu : Tamamen düz kesme taşların yan yana dizilmesi ile asırlarca hizmet veren bu yolun taşları sökülerek köyün cami ve okul duvarında kullanılmıştır.

Su Yolları : Halkalı Suları adı altında İstanbul´a su taşıyan 17 su yolundan bir tanesi de Bağcılar´dan gitmekte olup Hekimoğlu Ali Paşa Vakıf Suları adı altında bilinmektedir.