trenfrderu
 
 
 

E-Belge Sorgu Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
0216 622 33 33

 

Loading...
Sancaktepe, ilk çağlardan itibaren mesire alanı ve yazlık sarayları ile ön planda olmuştur.  Bölgede bulunan en eski yapı bir Bizans Sarayı olan I. Tiberius Konstantinos (578-582) ve Mavrikos (582-602) dönemlerinde inşa edilen Damatris Yazlık Sarayı’dır. Damatris Sarayı adını Demeter ‘Tarım Tanrıçası’ adından almıştır. Bugün kalıntıları Samandıra sınırları içindedir.

Bölgeye Türklerin ilk defa gelişi Avar Türkleri’nin İstanbul'u kuşatmasıyla VII. yüzyıl başlarında olmuştur. Türkler IX. yüzyıldan itibaren yoğun olarak Bizans topraklarında görülmeye başlamış ve Üsküdar'a kadar gelmişlerdir. Ancak bölgede kalıcı olmaları Osmanlı Beyliğinin ortaya çıkmasından sonra olmuştur. Bugünkü Sancaktepe bölgesi, 1328 yılında Orhan Gazi’nin Samandıra’yı fethi ile Türklerin eline geçmiştir. Sancaktepe’yi oluşturan iki ana unsur Samandıra ve Sarıgazi’dir.

Samandıra eski bir yerleşim yeridir. Sarıgazi köyünün ise İstanbul'un fethinden sonra kurulduğu rivayet olunmaktadır. Fethe katılan Sarı Kadı isimli kişiye buranın mülk olarak verilmesiyle bir yerleşim yeri halini almıştır.

Cumhuriyet döneminde ise 1970'lı yıllara kadar sakin bir dönem geçirdi. Sosyokültürel anlamda önemli bir değişiklik olmadı. Bu tarihlerden sonra ekonomide tarımsal üretimden sanayi üretimine doğru yönelişin hızlanmasıyla kırsal kesimden kentlere doğru hızlı bir göç başlamıştır.

En çok göç İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlere doğru olmuştur. Bugünkü Sancaktepe ilçesinin bulunduğu saha da en çok göç alan iki şehrin; Kocaeli ve İstanbul’un ortasında bulunmaktadır. Dolayısıyla göç hareketlerinden en fazla etkilenen yerlerden birisi bu bölgedir. Sanayi faaliyetlerinin gelişmesine paralel olarak, günümüzde bu bölgeye göç hala artarak devam etmektedir.

Bölgedeki bu sosyal ve iktisadi değişime paralel olarak 2008 yılında idari alanda değişiklik yapılarak, Ümraniye İlçesine bağlı Sarıgazi ve Yenidoğan beldeleriyle, Kartal ilçesine bağlı Samandıra beldesi birleştirilerek Sancaktepe adı altında yeni bir ilçe oluşturulmuştur.

Sancaktepe Türkiye İstatistik Kurumu 2016 verilerine göre 377.047 nüfusuyla İstanbul'un önemli ilçelerinden biri durumundadır. Şanslı coğrafyasıyla, doğa güzellikleri ve zengin bir tarihi mirasa sahip olmasıyla cazip bir yerleşim birimi olma durumu artarak devam etmektedir.

E-Belge Sorgu Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 0 411

 

Loading...
19. yüzyılın başlarında Ekrem Ömer Paşa'ya ait çiftlik toprağında kurulan yerleşme, buranın hissedarlarından olan Eşkinozgillerden Eşkinoz adını almıştır.

1967'de de yerleşimin adı Esenyurt olarak değiştirilmiştir. Eşkinoz Çiftliği'nde çalışanların oluşturduğu yerli halka 1920-1938 yıllarında Romanya ve Bulgaristan'dan göçenlerin katılımı ve son yıllarda iç ve dış göçlerle gelen nüfus, etnik yapının bugünkü halini almasını sağlamıştır.

E-Belge Sorgu Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
0216 312 44 44

 

Loading...
Çekmeköy, iki kıtayı birbirine bağlayan; sosyal, iktisadi, turistik ve sanatsal dinamikleriyle sadece Türkiye’nin değil dünyanın kalbi sıfatını hak eden; yeryüzünün en büyük ve en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul’un 39 ilçesinden birisidir. Aynı zamanda bu şehrin Anadolu yakasında yer alan ilçelerinden biri olarak yeşil ormanı, nefis menba suları ve son dönemde öne çıkan modern yerleşim alanlarıyla ona hayat verir. Bir anlamda mesire alanları, huzur veren atmosferi, doğal zenginliği ve bitki örtüsüyle asûde bir yaşam merkezi olarak öne çıkar.

Çekmeköy, 1994’ten beri Ümraniye’ye bağlı belde belediyelerinden biriydi. Ancak 22 Mart 2008 tarih ve 26824 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 5747 Sayılı Kanun ile ilçe vasfı kazandı. 29 Mart 2009 seçimleriyle de İstanbul’un yeni ilçeleri arasına girdi. Çekmeköy ilçe olunca daha önce ilk kademe belediyesi olarak hizmet veren Alemdağ, Taşdelen ve Ömerli’nin bu tüzel kişilikleri de sona erdirilip yeni ilçeye dahil edildi. Böylece Çekmeköy, 17 mahalle ve 4 köyden meydana gelen büyük bir ilçe oldu. Alemdağ, Aydınlar, Çamlık, Çatalmeşe, Cumhuriyet, Ekşioğlu, Güngören, Hamidiye, Kirazlıdere, Mehmet Akif, Merkez, Mimar Sinan, Nişantepe, Ömerli, Soğukpınar, Sultançiftliği ve Taşdelen mahallelerinden oluşan Çekmeköy’ün artık Reşadiye, Hüseyinli, Sırapınar ve Koçullu diye 4 köyü de bulunuyor.

Coğrafi olarak Çekmeköy, İstanbul’un Anadolu yakasındaki Alemdağ ormanlarının güney batı kesiminde bulunan Keçiağılı Tepesi yamaçlarında kuruludur. Denizden yüksekliği 100 metre olan ilçe, 48,08 (14.800 hektar) kilometrekarelik bir alana sahiptir. Nüfusu ise 2011 genel nüfus sayımına göre 183 bin 13 kişidir. Çekmeköy’ün kuzeybatısında Beykoz, kuzeydoğusunda Şile, güneybatısında Ümraniye, güneydoğusunda ise Sancaktepe ilçeleri yer alır. Çekmeköy ve civarı Akdeniz ve Karadeniz iklimlerinin geçiş bölgesinde bulunduğu için ılıman bir iklime sahiptir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise ılık ve yağışlı geçer. Ancak yüksek nem yüzünden sıcaklar daha sıcak, soğuklar daha soğuk hissedilir. Haziran en sıcak, Ocak en soğuk aylardır. İlçede yaşanan en uzun mevsim ise sonbahardır.

Köylerin Kuruluş Tarihleri Hakkında
İnsanlar genellikle nereden geldiklerini, atalarının kimler olduğunu, üzerinde yaşadıkları yerleşim yeri ismininin nereden geldiğini, kısacası geçmişini merak ederler. Eğer yazılı kaynaklar varsa merak edilen bu tür konulardan bazılarının cevapları rahatlıkla bulunabilir. Yerleşim yerleri, önemli görevlerde bulunmuş devlet adamları ve memurlar hakkında bilgilere ulaşmak sıradan insanlara göre daha kolaydır.  

Yazılı kaynaklardan elde edilen bilgiler haricinde kulaktan kulağa aktarılan şifahi bilgiler de vardır. Ancak bunlar yazılı kaynaklardan elde edilen bilgiler kadar muteber değildir. Özellikle yerleşim yerlerinin isimleri ile ilgili bu tür şifahi malumat oldukça çoktur. Ne varki bu bilgilerin çoğunun aslı yoktur.

Bugünkü Çekmeköy ilçesini oluşturan köylerin kuruluş tarihleri ve isim kaynakları ile ilgili durum da böyledir. Sadece Reşadiye Köyü bu değerlendirmenin dışındadır. Reşadiye diğerlerine göre oldukça yakın sayılabilecek bir dönemde kurulduğu için gerek isim kaynağı, gerekse kuruluşu ile ilgili sarih bilgiler mevcuttur.

Diğer köylere gelince: Çekmeköy, Sırapınar, Hüseyinli, Ömerli, Koçullu, Alemdağ ve Sultançiftliği köylerinin kuruluş tarihleri ve isimlerinin menşei hakkında farklı ve kesin olmayan bilgiler mevcuttur. Aynı şekilde köylerin kuruluşu ile ilgili tahmini bir tarih dilimi verebilmek mümkündür. Bu köylerle ilgili bilgi elde edebileceğimiz kaynakların başında Osmanlı arşivleri ve Üsküdar’ın Osmanlı dönemine ait mahkeme kayıtları olan şeriye sicilleri gelir.

Bölge Orhan Gazi döneminde fethedilmiştir. Ancak köylerin isimlerine en erken ulaşabildiğimiz dönem Kanuni Sultan Süleyman dönemidir. Kanuni döneminde tutulan tapu tahrir kayıtlarını ihtiva eden defterlerde Çekmeköy[1], Hüseyinli[2], Sırapınar[3] ve Koçullu[4]; yine aynı döneme ait şeriye sicillerinde de bu köylerle birlikte Alemdağı[5] ve Ömerli[6] köylerinin isimleri geçer. Bu verilerden hareketle 1520’li yıllarda Çekmeköy, Hüseyinli, Sırapınar, Alemdağı, Ömerli ve Koçullu köylerinin varlığından kesin olarak söz edilebilir. Ne var ki kuruluşları ile ilgili olarak yukarıda da belirtildiği gibi kesin bir tarih vermek mümkün değildir. Türklerin bölgeyi fethetmesi ve buralarda kalıcı hale gelmesiyle birlikte ve 1520 tarihinden önceki zaman dilimi yani 1400’lü yılların başı ile 1500’lü yılların başı arasında kurulmuş olduklarını kesin olarak ifade edebiliriz.

Tahrir kayıtlarının olduğu tarihlerde köyler idari bakımdan Yoros (Beykoz) kazasına bağlı olarak gözükmektedir. Yoros Kazası da Kocaeli Sancağı’na tabi idi[7]. Buna karşın köyler adli bakımdan ise Üsküdar’a bağlıydılar. Buna göre yargı merkezi olarak Üsküdar Kadılığı ile yönetim merkezi olarak Yoros Kazası (Beykoz) ve dolayısıyla Kocaeli Sancağı aynı yerleşim alanına hitap etmekteydi[8].

Tahrir kayıtlarına göre bu tarihlerde Çekmeköy toprakları, Beykoz yani o dönemdeki adıyla Yoros Kalesi’nin tımar arazisi idi. Bir başka deyişle, Çekmeköy arazisi Yoros Kalesi’ni korumakla görevli kişilerin tasarrufu altındaydı. Köylüler ekip biçtikleri araziden elde ettikleri ürünlerin vergisini köyün tımar sahibi olan Yoros Kalesi mustahfızlarına (muhafızlarına) tımar olarak veriyorlardı. 1519-1520 tarihlerinde Çekmeköy’ün tımarının Durmuş oğlu Hüseyin ile Mehmed oğlu Hamza isimli şahıslara aitti[9].

Yoros kazasına bağlı Hüseyinli Köyü’nün toprakları, Rumeli Hisarı yani o dönemdeki adıyla Boğazkesen Kalesi’nin tımar arazisi idi. Hüseyinli Köyü arazisi Boğazkesen Kalesi’ni korumakla görevli kişiler tarafından tasarruf ediliyordu. Köylüler ekip biçtikleri araziden elde ettikleri ürünlerin vergisini köyün tımar sahibi olan Boğazkesen Kalesi muhafızlarına tımar olarak veriyorlardı. 1519-1520 tarihlerinde Hüseyinli Köyü’nün tımarı Boğazkesen Kalesi muhafızlarından Abdullah oğlu Katib Hasan isimli kişiye aitti[10]. Yine 1523 tarihli Kocaeli Sancağı’na ait başka bir tapu tahrir defterinde Hüseyinli Köyü topraklarının Boğazkesen Kalesi dizdarı Rüstem oğlu Katib Mehmed ve Yusuf oğlu Mustafa’ya tımar olarak verilmişti[11].

Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait tapu tahrir kayıtlarını ihtiva eden defterlerde Sırapınar Köyü ile ilgili farklı bilgiler de bulunmaktadır. Mesela, Sırapınar Köyü’nün diğer bir adının da Ayna Hoca (Eyne Hoca/İne Hoca da olabilir) olduğu anlaşılmaktadır. Sırapınar ya da diğer adıyla Ayna Hoca Köyü bu tarihte Çeribaşı Hürmüz oğlu Mustafa isimli kişiye tımar olarak verilmiştir. Hem nüfusu hem de verdikleri vergiler dikkate alındığında Sırapınar Köyü’nün 1520’li yıllarda iktisadi ve sosyal bakımdan oldukça gelişmiş olduğu görülmekteydi[12].

Yoros Kazası’na bağlı bir köy olan Koçullu Köyü’nün gelirleri de Hüseyinli Köyü’nde olduğu gibi Mustafa oğlu Ahmed isimli başka bir Boğazkesen Kalesi muhafızına tımar olarak verilmişti[13]. Şeriye sicillerindeki bilgilere göre de Alemdağı ve Ömerli Yoros kazasına bağlı birer köy idi.

KÖY İSİMLERİNİN KAYNAĞI
Çekmeköy: Köylerin isimlerinin menşeine gelince: Bu konuda kesin bilgi olmamakla birlikte araştırmacılar tarafından bazı görüşler ileri sürülmüştür. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nde belirtildiğine göre Çekmeköy, Fatih döneminde yedi kardeş tarafından kurulmuştu. Bu yedi kardeşten altısı eşkıyalar tarafından öldürülürken, yedincisi “çekme tetiği” diyerek kurtulmuş ve köyün adı Çekmeköy olmuştu[14]. Başka bir kaynakta da köy halkının evlád-ı fâtihândan olup çok eski bir köy olduğu belirtilir[15]. Çekmeköy ile ilgili bu iki rivayetin dışında 19. yüzyıl öncesine giden bir bilgi bulunmamaktadır.

Sırapınar: Kaynaklarda isminin nereden geldiği konusunda kesin bir bilgi yer almıyor. Ancak köyün diğer bir adının da tahrir defterlerinde Ayna Hoca olarak geçmesi Ayna Hoca isimli kişinin köyün kuruluşu ile bir ilgisinin olduğunu gösteriyor. Başlangıçta Ayna Hoca isimli kişiye köy mülk olarak verilmiş ve bu kişiye atfen de kişinin ismi Ayna olarak anılmış olabilir. Daha sonraları da köyde çok sayıda su kaynağının olması nedeniyle, adı Sırapınar olarak değiştirildiği söylenir.

Osmanlı Devleti, fetihlerde yararlılık gösteren devlet adamı, komutan ve askerlere fethedilen bölge topraklarından araziler tahsis ederdi. Temlik olunan araziler karşılıksız verildiği gibi belirli bir bedel mukabilinde de verilebilirdi[16]. Hüseyinli ve Ömerli köylerini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Muhtemelen Hüseyinli Köyü Hüseyin isimli bir kişiye, Ömerli Köyü de Ömer adında bir şahsa temlik olarak verilmiş ve temlik sahiplerinden dolayı da bu isimleri almışlardı.

Koçullu: Koçullu ismi ile ilgili sarih bir bilgi mevcut değildir. Ancak isimden hareketle bir tahmin yürütmek mümkündür. Bilindiği gibi koçu eskiden kullanılan araba çeşitlerinden birine verilen addır. Bu köy halkı da arabacılık yaptığından dolayı köyün bu ismi aldığı belirtiliyor.

Menkıbeden Doğan Köy: Alemdağ: Alemdağ ile ilgili biraz daha farklı bilgiler bulunuyor. Alemdağ, bölgenin en yüksek dağlarından birisi olmasının yanı sıra, bu bölgenin Türkler tarafından fethedilmesine öncülük eden ve Alemdar olarak bilinen ünlü Türk kumandanı Tur Hasan Bey’den ismini almıştır[17]. Tur Hasan Bey’in lakabı olan “alemdar” kelimesi; bayrağı ya da sancağı taşıyan ve bir işe öncülük eden kişi anlamına gelir. Alemdağ’da medfun olan diğer adıyla Alemdar Baba bu bölgenin fethine öncülük eden, burada yaptırmış olduğu kalede Bizanslılarla savaşarak şehit olduğu rivayet edilen şahsiyettir. Bu konu menkıbelerde teferruatlı olarak işlenmiştir.

Alemdar Baba Menkıbesine göre Sultan Turasan (Tur Hasan), Danişmend Gazi’yle birlikte Halife tarafından İslam askerlerine komutan tayin edilerek gaza için görevlendirilir. Sultan Turasan gaza arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’u fethetmek üzere bir akıncı birliği ile yola çıkar. Kocaeli civarındaki pek çok yeri fethettikten sonra Alemdağ’a kadar gelir. Burada bir kale yaptırır ve Selçuklular ile Danişmendliler’in ortak bayrağı olan meşhur siyah “alem”lerini kalenin burçlarına diktirir. Bu alemlerin diktirilmesinden sonra halk arasında buradaki dağ “Alemdağ”, Tur Hasan Bey de “Alemdar Baba” adıyla anılmaya başlar. Bu menkıbede de görüldüğü gibi, Alemdar Baba (Tur Hasan Bey) Çekmeköy bölgesinin fethedilmesinde kahramanlığı ile destanlaşmış bir kumandan idi. Halkın zihinlerinde de bir eren, şeyh, veli ve bir şehit olarak derin izler bırakmıştı. Bundan dolayı Türk halkı, bu değerli şahsın ismini köylerine vermişti[18].

Osmanlı belgelerinde ise burası Alemdağı olarak geçiyor. Fakat Cumhuriyet döneminde bir süre Alemdar olarak kullanılır. Daha sonra hem buradaki sakinlerden hem de kamuoyu ve basından22 gelen eleştiriler üzerine Alemdar ismi, 23 Aralık 2005 tarihli ve 26032 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren kararla tekrar Alemdağ’a dönüştürülür[19].

Laz Köyü’nden Reşadiye’ye: Reşadiye Köyü’nün hem kuruluşu, hem de isminin menşei çok açık belgelere dayanır. Çünkü Reşadiye’nin kuruluşu diğer köylere göre oldukça geç bir dönemde oldu. Köy adını, dönemin Osmanlı Sultanı Mehmet Reşad’dan alıyordu.  

Tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Hopa ve civarı Ruslar tarafından işgale uğramıştı. İşgalle birlikte Müslüman köylerinde Ruslar’ın zulüm, tehdit ve baskıları da arttı. Bunlara dayanamayacak duruma gelen pek çok insan evini, mallarını, köylerini terk edip İstanbul’a hicret etti. Kısa bir süre İstanbul’un çeşitli yerlerinde ikamet ettirildiler. Daha sonra Alemdağ bölgesinde bulunan Hazine-i Hassa çiftliklerinde iki ayrı mahalleye geçici olarak yerleştirildiler[20]. Bunlara Hopa muhacirleri, Gürcü muhacirler, Laz muhacirler ve Batum muhacirleri denildi.  

Köyün resmi olmayan ilk ismi Laz Köyü idi. Bunların geldiği dönemde Sultan II. Abdülhamid tahtta olduğu için köye önce Hamidiye ismi verilmek istenmiş25 ve yapılan girişimler sonucu Şura-yı Devlet kararıyla 26 Şubat 1889 tarihinde Hamidiye Köyü olarak karar çıkmıştı. Ancak bunun için padişah iradesi alınamadığından resmiyet kazanamadı. II. Abdülhamid’den sonra Osmanlı tahtına geçen Sultan Mehmed Reşad döneminde buradaki muhacirlerin girişimleri sonucu, 30 Aralık 1911 tarihli padişah iradesiyle köyün adı Reşadiye oldu.

E-Belge Sorgu Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 09 39

 

Loading...

M.Ö. 7. yy`da ilk yerleşimin başladığı Beylikdüzü’nün kurucularının Helenler olduğu varsayılır. M.Ö. 2.yy’da Bizans egemenliğine giren Büyükçekmece’nin gözde beldelerinden biri olan Beylikdüzü, İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Bir sayfiye ve tarım köyü olan Beylikdüzü, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde orduların konaklama yeri olduğundan, bölgede yoğun bir yerleşim olmamıştır.  
 
Beylikdüzü’nün eski ismi bahçe anlamına gelen “Gardan” dır. Bu bölge tarihte üzerinde pek çok medeniyeti barındırsa da yakın zamana baktığımızda ilçede özellikle 1924 yılına değin Rumların izleri görülmektedir. Burada yaşayan Rumlar bu tarihten yani Kurtuluş Savaşından hemen sonra Yunanistan’da yaşayan Türklerle nüfus mübadelesinde tutulmuşlardır. Ve buraya mübadele ile gelen Türkler yerleştirilmeye başlanmıştır.

Buraya yerleşen Türkler burada ilk başta yoğun olarak, tarım, hayvancılık ve balıkçılık faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bölgeden Rumların çoğunun ayrılması üzerine köye yeni bir isim verilmeye karar verilmiş, bunun üzerine köyün doğal iklimine çok kolay ayak uyduran kavak ağaçlarının yoğunluğu nedeniyle köye “ KAVAKLI” adı verilmiştir. 1924 yılında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yeni idari teşkilatlanması kapsamında Çatalca Vilayet olmuştur. Bu vilayet Çatalca, Silivri ve Büyükçekmece kazalarından meydana gelmiştir. Bu vilayete bağlı Büyükçekmece kazasının nahiyesi olmayıp 19 köyü bulunmaktadır. Günümüz Beylikdüzü İlçesini oluşturan Anarşa (Gürpınar), Gardan (Kavaklı), Tırakatya (Yakuplu) ve Karvan’ da bu köyler arasında yer alır.

26 Haziran 1926 yılında Çatalca İlçe yapılmıştır. 1958 yılma kadar Çatalca İlçesine bağlı nahiye olan Büyükçekmece, 19 Şubat 1958 yılında Belediye olmuştur. 4 Temmuz 1987 tarih ve 19507 sayılı resmi gazetede yayınlanan karar İle Büyükçekmece İlçe olmuştur. Günümüz Beylikdüzü İlçesini oluşturan Kavaklı, Gürpınar ve Yakuplu beldeleri bu ilçenin köyleri olmuştur. 31 Aralık 1987 tarih 19681 sayılı resmi gazetede yayınlanan karar ile Gürpınar Belediye olmuştur. 1 Aralık 1993 tarih 21775 sayılı resmî gazetede yayınlanan karar ile Kavaklı ve Yakuplu belediye olmuştur.

Kavaklı Belediyesinin İsmi, 10.12.2002 gün ve 2002/4962 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Beylikdüzü Belediyesi olarak değiştirilmiştir. “Kavaklı” adının “Beylikdüzü” olarak değiştirilmesinin nedeni ise Beylikdüzünün Osmanlı döneminde, Osmanlı Beylerinin avcılık yaptığı, dinlendiği düzlük bir alan olduğu için dönemin yöneticileri tarafından hem Osmanlı Beylerinin hem de bölgenin coğrafik yapısını çağrıştıran Beylikdüzü adı verilmiştir.

22 Mart 2008 tarih ve 26824 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan karar ile Beylikdüzü İlçe olmuş, bilindiği üzere, 5747 sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları içerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un “İlçe Kurulması” başlıklı 1.maddesinin 17.fıkrası uyarınca; “Yakuplu, Gürpınar İlk Kademe Belediyelerinin tüzel kişilikleri kaldırılarak Beylikdüzü Belediyesine katılmış be Beylikdüzü İlçesi olmuştur.

E-Belge Sorgu Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 0 669

 

Loading...
İstanbul’un yeni ilçelerinden Başakşehir; Altınşehir, Şahintepe, Kayabaşı, Güvercintepe, Başakşehir, Başak, Ziya Gökalp,  Bahçeşehir 1. Kısım, Bahçeşehir 2. Kısım Mahalleleri ve Şamlar Köyü’nden oluşmaktadır.

Başakşehir ilçesinin, Şahintepe, Kayabaşı, Şamlar, Güvercintepe, Altınşehir’i içine alan bölgesinin bilinen en eski adı Azatlık’dır. Bu isim, Şamlar Baruthanesi’nde çalışan Ermenilerin Osmanlı yönetimince 1. Sınıf vatandaş sayılması ile azat edilenlerin yeri manasında, bölgenin Azatlık olarak adlandırılmasından gelmektedir. Meşrutiyetin ilanından sonra Arnavut Kökenli Resneli Niyazi Bey bölgedeki Ermenileri göndererek arazinin sahibi olmuştur. Bu dönemde ismi geçen bölgelerin tamamı için Resneli Çiftliği ismi kullanılmıştır.

İlçede bulunan ve en sağlıklı biçimde günümüze ulaşan eser Resneli Çiftliği'dir. Baruthane binaları ve etrafındaki arazi Meşrutiyet yıllarında Hazine-i Hassa’dan Resneli Niyazi Bey ailesine geçmiş ve 1950 yıllarına kadar Resneliler Çiftliği adıyla bu aile mülkiyetinde kalmıştır. Son sahibinin 1952'ye doğru ölümü üzerine mirasçılar arasında paylaşılarak ayrı ayrı parsellenip satılmış, yerlerine modern siteler yapılmaya başlanmıştır.

İstanbul'daki bilinen ilk yerleşim yeri olan Yarımburgaz, halk arasında bilinen popüler adıyla Altınşehir Mağarası, İstanbul’dan 22 Km. kadar uzaklıktadır. Halkalı yakınlarındaki Altınşehir mevkiinde, kayalık bir tepenin bayırında Kayabaşı yolu üzerinde yer alan mağarada alt paleotik çağa ait kalıntılar ve Bizans dönemine ait bir kilise kalıntısı bulunmakla birlikte bu kalıntılar zamanla tahribata uğramıştır. Mağaranın güneyindeki, taş ocakları yarığı birçok yerli sinema filmine mekân olmuştur. Şamlar Bendi ve Baruthanesi, Osmanlı döneminde yapılmış ve günümüze gelmeyi başarmıştır.

Azatlı Baruthanesi ve Şamlar Bendi, Altınşehir / Yarımburgaz Mağaraları, Resneli Çiftliği bölgedeki tarihi mekânlardır.

İlçede zamanında bir Bulgar’ın çiftliği olan Hoşdere (o zamanki adı Bojdar), Türk-Rus Savaşı'nda (93 Harbi) Bulgaristan’dan kaçan üç haneli bir Türk aileye ev sahipliği yapar. Bir müddet sonra o üç aile şimdiki Boğazköy tarafından toprak satın almaya başlar. 1923-1927 yılları arasında mübadele olur. Bulgaristan ve Yunanistan’dan yaklaşık 30 aile ile Romanya’dan bir iki aile muhacir gelir. Köyün yüzde 90-95' i muhacirlere dağıtılır. Bojdar, bu dönemden 2. Dünya Savaşı' nın hüküm sürdüğü yıllara kadar Boşdere daha sonra da Hoşdere olarak anılır.

“Ispartakule Mekii” diye bilinen bölge ise; İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan tren yolunun Halkalı’dan sonraki istasyona verilen “Ispartakule İstasyonu”, “Ispartakule Viyadüğü” ve “Ispartakule Çiftliği” olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat yapılan araştırmalarda, “Belgrad-İstanbul Yolu” olarak bilinen yolun üzerinde de bu isimlere rastlandığı görülmektedir.

Bölgede çeşitli zamanlarda yapılmış olan araştırmalar, Bahçeşehir çevresinde prehistorik dönemlerden başlayıp günümüze kadar gelen önemli buluntuların varlığınıda ortaya koymaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nce yapılmış olan bir kazıda, şu anki Yamaç Villaları’nın olduğu bölgede; Roma dönemine ait, kayaya oyulmuş Kaya Mezarları’nın varlığı tespit edilmiştir. Ancak eldeki bulgulara dayanılarak; mezara çevrilmeden önceki dönemlerde bu kaya oyuğunun prehistorik dönemlerde kullanıldığı sanılmaktadır.

E-Belge Sorgu Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
0216 570 5 000

 

Loading...
2008 yılında ilçe statüsüne kavuşmuştur. Güneyinde Maltepe, batısında Kadıköy, kuzeybatısında Üsküdar, kuzeyinde Ümraniye, kuzeydoğusunda Çekmeköy ve doğusunda Sancaktepe ilçelerine komşudur. İlçe 25,84 kilometrekaredir, nüfusu 419.368dir ve sınırları dahilinde toplam 17 mahalle vardır.
5747 Sayılı, Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 6 Mart 2008’de TBMM’de Kabul edildi. Kanunun ‘İlçe kurulması’ başlığı altındaki 1. maddesinin 18. bendinde, Ataşehir İlçesi şöyle tanımlanıyor: “Ekli (16) sayılı listede adları yazılı mahalleler ile mahalle kısımları merkez olmak ve aynı adla bir belediye kurulmak üzere İstanbul İli’nde Ataşehir İlçesi kurulmuştur.” 16 Sayılı listeyle Ataşehir’e bağlanan mahalleler şöyle sıralanıyor:
 
Üsküdar İlçe Belediyesi’ne bağlı;
- Fetih
- Esatpaşa
- Örnek

Kadıköy İlçe Belediyesi’ne bağlı;
- Yenisahra
- İçerenköy
- İnönü
- Kayışdağı
- Barbaros
- Küçükbakkalköy
- Atatürk Mahallesi’nin O-4 ve E80 Karayolu’nun güneyinde kalan kısmı Ümraniye İlçe Belediyesi’ne bağlı;
- Yeni Çamlıca
- Mustafa Kemal Mahallesi’nin O-4 Karayolu’nun güneyinde kalan kısmı
- Namık Kemal Mahallesi’nin O-4 Karayolu’nun güneyinde kalan kısmı
- Samandıra ilk kademe belediyesine bağlı Ferhatpaşa Mahallesi’nin E80 Karayolu’nun ve E80-D100 bağlantı yolunun güneyinde kalan kısmı. Ataşehir’in Tem Otoyolu’nun kuzeyinde kalan kısmı, kanunun 2. maddesine göre, Ümraniye İlçesi’ne bağlanırken, bu bölgede bulunan Kadıköy Belediyesi Hayvan Barınağı da Ümraniye sınırlarına katıldı. Boğaziçi Köprüsü’ne giden O-4 bağlantı yolu Ataşehir İlçesi’nin kuzey sınırını oluştururken, Barbaros Mahallesi sınırlarında kalan finans merkezi onaylı arazi, bu karayolunun kuzeyinde bırakılan tek alan oldu. Kayışdağı ile E80 Otoyolu arasında kalan ve Kartal İlçesi Samandıra Belediyesi sınırlarında bulunan Ferhatpaşa Mahallesi’nin E-80 ve D-100 bağlantı yolu güneyinde kalan kısmı, Ataşehir’e bağlanırken, Ümraniye İlçe Belediyesi sınırları içindeki Mustafa Kemal Mahallesi’nin O-4 Karayolu altında kalan kısmı da (yaklaşık dörtte üçü) Ataşehir’e bağlandı. Yine, Namık Kemal Mahallesi’nin O-4’ün altında küçük bir kısmı da Ataşehir’e bağlanan bölgeler arasında.

Göztepe Libadiye Caddesi, Ataşehir’in batıdan sınırını çizerken, Üsküdar’a bağlı Fetih, Örnek ve Esatpaşa mahalleleri de Ataşehir’e bağlandı.

E-Belge Sorgu Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 4 597

 

Loading...
Arnavutköy tarihi, her nekadar Trikos kalesiyle anılmakta ise de Sazlıbosna-Kayabaşı yolunun doğusunda Filiboz Viranlığı (Filiboz Çiftliği) mevkiinde, tarihte çok da fazla adı geçmeyen antik bir yerleşimin varlığı belirlenmiştir. Bu bağlamda Arnavutköy sınırları içinde en eski yerleşim birimi, Sazlıbosna-Kayabaşı yolunun doğusunda Filiboz Viranlığı (Filiboz Çiftliği) olarak adlandırılan antik Filiboz şehridir.

Bugünkü Durusu (Terkos) semtinin tarihçesi de 1000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Terkos Gölü’nün içinde yer aldığı Çatalca İlçesi ve çevresi Doğu Roma İmparatorluğu döneminde eski bir Trak yerleşimidir. Terkos ve çevresi çok eski zamanlardan beri geniş orman alanlarıyla kaplı olduğu için buralar Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde önemli bir av merkezi olarak kullanıldığı bilinmektedir. Durusu Gölü kenarına, Doğu Roma döneminde inşa edilen Trikos Kalesi, İstanbul’un ön savunma hatlarından birini oluşturmaktaydı. Zamanla Cenevizlilerin eline geçen kale, 1452 yılında II. Mehmet (Fatih) tarafından fethedilmiştir.

Arnavutköy geç Roma döneminde İstanbul’a su tedarik eden ana isâle hatlarından birinin geçtiği bölgedir. Roma imparatoru Konstantin tarafından yapımına başlandığı ve sonraki hükümdarlar tarafından devam ettirilerek tamamlandığı düşünülen isâle hattının, Kırklareli’nin Vize ilçesi yakınlarından başladığı ve 242 km. uzunluğa sahip olduğu düşünülmektedir. İsale hattı Vize, Saray, Istranca, Aydınlar, Gümüşpınar, Çiftlikköy, Kalfaköy ve Dağyenice üzerinden Terkos Gölü'nün güneyinden geçerek Tayakadın'a ulaşmaktaydı. Sonrasında Alibeyköy Deresi'nin sağ kıyısından devam ederek Cebeciköy ve Küçükköy’ü geçip Edirnekapı'nın 200 m. kadar güneyinden şehre girmekteydi. İsale hattının üzerinde halen yarı yıkık veya yalnız temelleri kalmış 40 kadar su kemeri vardır. Yaklaşık 1000 yıl devamlı olarak kullanılan su ikmal sistemi, muhtemelen depremlerin yarattığı hasarlar yüzünden XII. yüzyılda terk edilmişti.

Osmanlı döneminde Terkos Gölünün, İstanbul’un su ihtiyacını karşılaması sırasında sık sık problemlerle karşılaşılmıştır. Bulanık ve ağır kokusu bulunan ve halk arasında bağırsak iltihabına neden olan Terkos suyubentlerinin bakım, onarım ve temizlikleri yapılarak suyolları demir borularla değiştirilmiş ve sorun aşılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Mekteb-i Tıbbiyece yapılan tahlil sonucunda Terkos suyunda bulaşıcı ve mikrobik hastalıklar olduğu tespit edilmiş ve süzülüp kaynatılmadan içilmemesi ve kullanılmamasıyönünde halk bilgilendirilmiştir. Bu tedbirlere ek olarak Terkos suyuna yabancı maddelerin girmesini engellemek için Çatalca’dan askeri birlik görevlendirilmiştir.

İstanbul'un çekmekte olduğu su sıkıntısının başlıca sebebi suyollarının bozukluğundan kaynaklandığından, bunların bakım ve onarımlarının yapılmadığı sürece bentlerin yükseltilerek suların artırılmasının, beklenen faydayı sağlayamayacağına kanaat getirilerekterfi ve pompa istasyonu kurulmaya karar verilmiştir. Suyolu yapmak için gerekli alet ve edevatın nakliyatını kolaylaştırmak üzere Terkos-Karaburun arasında bir tramvay hattı ile Karaburun'da bir set ve iskele inşa edilmesi,İstanbul’un su sorununun Terkos suyuyla çözülmesinde ne denli çaba sarf edildiğinin göstergesidir.

İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak amacıyla, Terkos Gölü kıyısına 1855-1857 yılları arasında bir terfi merkezi ve pompa istasyonu kurulmuş; temin edilen su Terkos Su Kumpanyası tarafından arıtılarak şehre verilmeye başlanmıştır. Söz konusu tesisler İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi tarafından “Su Müzesi”ne dönüştürülmüştür.

Terkos ve civarı Osmanlı döneminde İstanbul’un su ihtiyacını karşıladığı gibi, aynı zamanda Tersane-i Âmire'de inşa edilecek ince donanma için ihtiyaç duyulan kerestenin tedarik merkezidir. Terkos, Çatalca, Silivri, Büyükçekmece, Midye, Saray, Vize ve Pınarhisarı bölgelerinden tedarik edilen kerestelerle ince donanma inşa edilmiştir.

Arnavutköy (Arnautköi) adı, Osmanlı arşivlerinde ve zamanın haritalarında 19. yüzyılın ortalarından itibaren geçmektedir. Eski dönemlerde bu bölgede yaşayan Arnavut bir köylünün, Arnavutköy’ün isim babası olduğu düşünülmektedir. Şöyle ki; bölge en eski dönemlerinden bu yana Edirne’ye ve dolayısıyla Avrupa’ya gidiş güzergâhı üzerinde yer almıştır. Yol üzerinde oluşu ve burada bir Arnavut’un yaşamasından dolayı, bu güzergâhtan geçenler zamanla bu mevkiye Arnavut’un Köyü ismini takmışlardır. Bu isim zaman içinde önce “Arnavutköyü”ne daha sonra da “Arnavutköy”e dönüşmüştür.

Arnavutköy ve çevresinin nüfusunda son yüzyıl içinde üç büyük değişim yaşanmıştır. Bunlardan ilki Balkan Savaşları sırasında Bulgaristan, Kosova ve Makedonya’dan yapılan göçlerdir. Nitekim Terkos, Tayakadın ve İmrahor köylerine Balkan Harbi'nden itibaren Demirhisar, Toyran, Selanik, Tikveş ve Priştine'den gelen muhacirler ve mülteciler yerleştirilmiştir.

Bölgenin nüfus yapısındaki ikinci büyük değişim, 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Nüfus Mübadelesi Antlaşması sonunda ortaya çıkmıştır. Mübadele ile birlikte Yunanistan’ın Drama İlindeki Türkler Arnavutköy ve etrafındaki köylere yerleştirilmiştir. Mübadele sonrasında Arnavutköy’deki hane sayısı 350’ye ulaşmıştır.

Üçüncü büyük değişim ise Arnavutköy’ün belde olmasından sonraki süreçte yaşanmıştır. Yıllar itibariyle Türkiye genelindeki iç göçten Arnavutköy de etkilenmiş ve giderek büyük bir merkez haline gelmiştir.

Arnavutköy, Osmanlı döneminde Çatalca Sancağı’na ve daha sonra Çatalca Nahiyesi’ne bağlıdır. Cumhuriyet döneminde önce Eyüp İlçesi’ne bağlı bir köy iken, Gaziosmanpaşa’nın 1963 yılında ilçe haline gelmesiyle buraya bağlanmış 1987 yılında ise Gaziosmanpaşa İlçesi’ne bağlı belde statüsünü kazanmıştır. Günümüzde Arnavutköy İlçesi sınırları içinde kalan Hadımköy 1969, Durusu 1989, Boğazköy, Bolluca, Haraççı ve Taşoluk ise 1994 yılında belde statüsü kazanmıştır.

5747 sayılı “Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile birlikte Boğazköy, Bolluca, Durusu, Haraççı, Hadımköy ve Taşoluk belediyeleri Arnavutköy Belediyesi’ne ilhak edilmiş, Çatalca’ya bağlı Bahşayış Mahallesi ile Çatalca ve Gaziosmanpaşa ilçelerinin sınırları içinde bulunan 8 orman köyüve Küçükçekmece İlçesi’ne bağlı Şamlar Köyü’nün Sazlıdere Baraj Gölü’nün kuzeyinde kalan kısmı Arnavutköy sınırları içine dâhil edilmiştir

Yeni kurulan Arnavutköy İlçesi İstanbul’un 39 ilçesinden biri hâline gelirken, ilçe topraklarının tamamı Arnavutköy İlçe Belediyesi’nin hizmet alanı olarak kabul edilmiştir. Böylece Arnavutköy yaklaşık 45 yıl bağlı kaldığı Gaziosmanpaşa’dan ayrılarak müstakil ilçe hâline gelmiştir. Toplam 506,52 km² yüzölçüme sahip olan ilçe, İstanbul’un arazi büyüklüğü bakımından dördüncü büyük ilçesi olmuştur

5747 sayılı kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte Arnavutköy İlçesi sınırları içinde kalan orman köyleri hariç olmak üzere, diğer bütün köylerin tüzel kişiliği kaldırılmış ve mahalleye dönüştürülmüştür. Orman köyü statüsünü koruyan köyler ise şunlardır: Baklalı, Balabanburun, Boyalık, Hacımaşlı, Karaburun, Tayakadın, Yassıören, Yeniköy.

5747 sayılı kanunla Arnavutköy İlçesi’ne bağlanan Nakkaş (46,78 km²) ve Bahşayış (9,46 km²) mahalleleri 6360 sayılı “Onüç İlde Büyükşehir Belediyesi ve 26 İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile Çatalca İlçesi’ne bağlanmıştır. Böylece ilçenin yüzölçümü 56,24 km² küçülerek 450,28 km² olmuştur. Buna rağmen Arnavutköy İstanbul’un dördüncü büyük ilçesi olma özelliğini korumuştur.

E-Belge Sorgu Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
0212 708 88 88

 

Loading...
Şişli`nin tarihi, İstanbul`un kuruluşundan günümüze kesintisiz süren tarihi gelişmesinde, kentin biçimsel değişikliklere uğradığı, köklü dönüşüm geçirdiği önemli kırılma noktalarından biri olan Osmanlı Devleti`nin batı etkisi altına girişiyle başlar.

Şişli`nin tarihi evrimi, büyük ölçüde Beyoğlu`nun tarihi evrimine sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Beyoğlu nasıl Avrupa tarzında bir yerleşim olmuşsa, onun doğal bir uzantısı olarak gelişen Şişli de aynı özellikleri taşımış, Osmanlı Devleti`nin batılılaşma sürecine girişinin etkisiyle biçimlenmiş ve büyümüştür.

İstanbul`un son dönem yerleşimlerinden biri olan Şişli İlçesi özellikle 20. yy.`ın ikinci yarısından sonra olağanüstü bir büyüme sürecine girmiş; çok kısa bir zaman içinde İstanbul`un görece eski yerleşimlerinden biri olmuştur.

İstanbul kent yapısında dönüşümler sağlayan, özellikle de Şişli`nin gelişmesine önemli katkısı olan büyük Askeri Kışlalar ilk kez 18. yy.`da inşa edilmiştir.

Şişli`yi önemli derecede etkileyen ve genelde İstanbul`un dokusunda dönüşümlere neden olan sarayları, kışlaları, hükümet daireleri, okul ve hastanelerin ardı ardına yapıldığı Tanzimat sonrası dönemi ve gelişmeyi üç etkene bağlamak mümkündür.

1. Askeri ihtiyaç
2. Garp tarzında hükümet teşkilatı yapılması
3. Teba arasında eşitliğin ve ticarette serbestinin kabulüdür.

Tanzimatla birlikte, Osmanlı`da öğretim-eğitim ve sağlık alanlarındaki düzenlemeler hız kazanmıştır. Harbiye, Maçka`daki Mektebi Hayriye daha sonra okula dönüştürülecek olan Florance Nightingale önemli kurumlar olurken, Şişli`de eğitim-öğretim ve sağlık kuruluşları asıl azınlıklarca gerçekleştirilmiştir. Fransız Lape ve Pasteur Hastaneleri, Notre Dame de Sion ve Saint Michel okulları, Ermeni Surp Lusavorçiyan, Mihitaryan ve Nor Tıbrota okulları, Surp Agop Hastanesi,Surp Vartana Kilisesi, Bulgar Hastanesi bu dönemin önemli kuruluşlarıdır. Pangaltı`nın düzenlenmesi ile metruk hale gelmiştir.

Osmanlı Devleti`nin çözülme ve çökme sürecine girdiği 19. yy. sonu ile 20. yy. ilk çeyreğinde Şişli, trajik bir zıtlıkla tarihinin görkemli dönemlerinden birini yaşamıştır. İmparatorluğun çöküşünü sağlayan sosyo - ekonomik nedenler, Beyoğlu ve Şişli İlçesi gelişim dinamiği olmuştur. 20. yy.`ın başlarında, Şişli`nin özellikle Teşvikiye ve Nişantaşı semtleri, saraya mensup kişilerin ve yöneticilerin konakları ile doludur. Cumhuriyet dönemi, İstanbul`a olduğu kadar Şişli`ye de tarihsel dönüşümün etkenleri yanında, iki önemli belirleyici daha getirmiştir. Bunlardan birincisi, başkentin Ankara`ya taşınması, ikincisi ise ardı ardına birçok kent planının yapılmasıdır.

Moltke Planı, Şişli`yi etkileyen ve ona Batı ölçülerine göre gelişme doğrultusu veren ilk plan olmuştur. Planlama çalışmaları, Cumhuriyetin ilk 25 yılı içinde ise, giderek artan yoğunlukta sürdürülmüştür. Avrupa`da moda olan ilk kentçilik akımlarının bu dönemde oldukça etkili oldukları görülmektedir.

Fransa`dan gelen Agache, Lambert, Prost ve Almanya`dan gelen Elgötz Batı ölçülerinde kente yenilik getiren mimar, plancılardır. Bunlardan özellikle Prost`un hazırladığı planlar İstanbul`a olduğu kadar Şişli İlçesine de önemli özellikler kazandıran bir plan olmuştur. Prost planına uygun olarak geometrik dokulu yollar, ağaçlandırılmış bulvarlarla bitişik düzen yüksek yapılar ve Harbiye, Osmanbey, Nişantaşı ile Maçka`daki düzenlemeler bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Şişli`de bir kısmı günümüze dek uzanan bazı önemli yapılar Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmıştır.

İtalyan mimar Mongri`nin 1920`lerde yaptığı günümüzde artık başka amaçlarla kullanılan Güzelbahçe Kliniği (1920), Ataman Kliniği (1923), Maçka Palas (1928), İtalyan Sefareti (1928) ve daha sonraki yıllarda ise Amiral Bristol Hastanesi, Nişantaşı İngiliz Ortaokulu ile Şişli Terakki Lisesi (1938) binaları bu dönemin ürünüdür.

1940-50 arası Şişli`de önemli yapıların yükseldiği dönem olmuştur. 1950`li yıllar Türkiye`de sosyo-ekonomik dönüşümün ortaya çıktığı yıllardır. Bu dönüşüm İstanbul`la birlikte Şişli`yi de etkilemiş, İstanbul metropoliten bir merkez olma sürecine girerken, Şişli`de bu metropoliten merkezin önemli odaklarından biri olmuştur. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak Şişli, Beyoğlu`nun Bucağı iken 1954`te 6324 sayılı Yasa ile İlçe olmuştur.

İstanbul 1950`li yıllarla birlikte uluslararası ve ulusal etmenlerin etkisiyle hızlı ancak çarpık ve sağlıksız bir kent sürecine girerek yapısal dönüşüm süreci yaşarken, Şişli`de bu dönüşümden etkilenmiştir. Bu süreçte sanayileşme, gecekondu olgusu apartmanlaşma ve Kamulaştırma hareketleriyle İstanbul`un doğal ve tarihsel çevresi geri dönülmez biçimde değişmeye başlamıştır.

1950`de Prost`un danışmanlığında toplanan İmar Müşavirliği Heyetin hazırladığı sanayi planı, İstanbul`un Kağıthane, Bomanti ve Dolapdere`de örgütlü sanayi alanları planlanarak yeni yerleşim birimlerinin doğmasına neden olmuştur. Şişli, 1950`lerde bir yandan kuzey, doğu ve batı yönlerinde hızla genişlerken aynı zamanda yeniden yapılaşma sürecine girmiştir. Özellikle kat mülkiyeti yasası, yeniden yapılanma sürecini hızlandırmış, 1-2 katlı eski yapıların yerini çok katlı apartmanlar almıştır. 1955 yılında Levent`te yeni sanayi alanları oluşturulmuş bu da Kağıthane ile Büyükdere Caddesi arasındaki alanın yoğunluk kazanmasına Kağıthane Vadisine inen yamaçlar üzerinde Gültepe, Çağlayan ve Hürriyet gibi gecekondu mahallelerinin doğmasına neden olmuştur. Şişli`nin en önemli sanayi kuruluşları, kimya (özellikle ilaç) bu dönemde kurulmuştur.

Osmanlı döneminde Beyoğlu`nda yoğunlaşan yabancı elçiliklerle konsoloslukların Şişli`ye yönelmesi de bu dönemde gerçekleşmiştir.1950`li yıllar yapılaşma hızı bakımından olduğu gibi büyük boyutlu düzenlemelerin de gerçekleştiği yıllardır. Bu yıllarda başlatılan imar-istimlak hareketi Şişli`yi de etkilemiş, anayollar yeniden ele alınıp iyileştirilmiş, yeşil alana önem verilmiştir.

Dolmabahçe Stadı ile stadın ardından Maçka`ya doğru uzanan alanda bir park planlanmıştır. Hilton Oteli ise yine 1950`li yıllar içerisinde Şişli`de yükselen en önemli yapı olmuştur. Şişli`yi yakın geçmişte etkileyen önemli gelişmelerden biri 1966 yılında Belediye Meclisince onaylanan Sanayi Nazım Planında Bomonti semtinin bir sanayi bölgesi olarak seçilmesidir.

E-Belge Sorgu Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 1 722

 

Loading...
Boğaz’daki en eski yerleşim bölgelerinden biri olan semtin ismi antik çağda “Simas” olarak geçer. Tarihsel süreç içinde “Kutsal Ana”, bazı kaynaklarda da “Kutlu/Güzel Akarsu” veya “Kutlu/Güzel Su” anlamında kullanılan “Simas” isminin yanı sıra “Skletrinas”, “Saron” ve Bizans döneminde “Limas” isimleri de kullanılır. Ancak Osmanlı dönemi başlarına dek yaygın olarak “Simas” ismi kullanılmıştır.

“Simas” isminin “Sarıyer” ismine dönüşmesi hakkında kesin bir bilgi bulunmazken çeşitli söylenceler bulunmaktadır. Bu söylencelerden biri “Sarıyer” isminin, İstanbul’un fethi sırasında ölen “Sarı Er” lakaplı bir yeniçeriden alınmış olduğuna dayanan söylencedir. Buna göre semtte türbesi bulunan “Sarı Er” zaman içinde “Sarı Baba” ismiyle anılmaya başlar… Söylencelerden bir diğeri de “Sarıyer” isminin bir zamanlar Maden Mahallesi çevresinde altın ve bakır madenlerinin çıkarıldığı sarı renkli yarlardan aldığı ve semtin isminin önce “Sarı Yar”, sonra “Sarı Yeri” ve nihayet “Sarıyer” olarak anılmaya başladığına inanılan söylencedir…

Bizans döneminin sonuna dek esas yerleşim merkezleri arasında ismi sayılmayan Sarıyer, eski çağlarda daha çok boş arazi ve tepeleri ile bilinir. Bizans İmparatorluğu döneminde semt, kıyı kesimlerinde ayazma, kilise ve limanı bulunan birkaç hanelik köylerin bulunduğu az sayıda yerleşim merkezi ile anılır. Bu küçük köyler eski çağlardan başlayarak balıkçılıkla geçinmekteydi. İstanbul’un fethinden sonra Anadolu ve Adalar’dan getirilen göçmenlerin iskân edildiği Sarıyer köyleri zaman içinde inşa edilen liman, cami, hamam, çeşme, konak ve sahilhaneler ile gelişmeye, büyümeye başlar.

Evliya Çelebi, Seyahatname isimli eserinde 17. Yüzyılda gelişmiş köylerin bulunduğu Sarıyer’i bin kadar bağlı, bahçeli ve mamur haneli bir semt olarak anlatır. İki mahallede Müslümanların, yedi mahallede de Hristiyanların yaşadığı Sarıyer’de Müslüman halkın bağcılıkla, Hristiyan halkın da balıkçılıkla geçimini sağladığını belirtir.

18. yüzyıldan başlayarak Boğaz’a Karadeniz’den gelebilecek saldırılara karşı savunma mevzileri oluşturulmaya başlanır. I. Abdülhamid’in yaptırdığı Delice Tabya ve III. Selim’in kurdurduğu tahkimatlar bu dönemde inşa edilir. Saray çevresinin yalı ve konaklarının yer almaya başladığı bu dönemde Sarıyer köylerine gayrimüslim ailelerin iskânına izin verilir. 19. yüzyılda Trakya köylerinden fes ve şayak boyama ustaları, bu sanatı öğretmeleri için İstanbul’a getirilerek bugün Boyacıköy ismini taşıyan Baltalimanı ile Emirgan arasına yerleştirilir. 1877 ile 1888 yılları arasında yapılan, “93 Harbi” olarak da bilinen Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Balkanlar’dan ve Karadeniz’den göçenler ile Sarıyer nüfusu giderek büyümeye başlar.

19. yüzyıla kadar II. Selim (1566-1574), IV. Murad (1623-1640), Sarıyer’de av köşkü bulunan IV. Mehmed (1648-1687), III. Selim (1789-1807) gibi padişahların kışları avlanmak, yazları da dinlence için gittiği Sarıyer, Fındık, Çırçır, Hünkâr, Kestane suları gibi kaynak suları ve koruları ile İstanbul’un mesire yeri olma özelliğini sürdürür.

Dönemin yazılı kaynaklarında gayrimüslimlerin yalıları, köşkleri ve bahçeleri ile birlikte eğlence ve sayfiye yeri olarak da anılır. Bu yüzyılda merkezi Pera’da (Beyoğlu) olan büyükelçiliklerin yazlık sefaretlerinin büyük bir kısmının Sarıyer İlçesi sınırlarına inşa edilmesi, Şirket-i Hayriye’nin vapur seferlerinin başlaması ile birlikte İstanbulluların mesire yerlerine, kaynak sularına ziyaretleri bölgenin ünlenmesine neden olur.

20. yüzyılda birbiri ardına gelen I. ve II. Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı, İstanbul’a göçlerin yaşanmasına neden olur. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Sarıyer merkez ve köylerinde Müslüman nüfus artarken, gayrimüslim nüfus hızla azalır.

Sarıyer’in Boğaz kıyalarındaki semtleri 1960’lara kadar daha çok yazın kalabalıklaşan bir sayfiye yeri iken, kara yollarının yapılması ve sahil yolunun genişletilmesiyle birlikte yapılaşma hızla artmaya başlar.

Uzun yıllar boyunca bir Boğaz köyü özelliğini koruyan, yazın plaj ve gazinoları ile özellikle hafta sonları mesire yeri olarak seçilen su kaynakları ile ünlenen Sarıyer, hızla değişime uğrayarak bu özelliklerini kısmen kaybeder. Kıyı bölgelerine lüks konutlar, sırtlara ise gecekondu mahalleleri inşa edilir.

1975 tarihli Boğaziçi Yasası öngörünüm bölgesini korumaya çalışmışsa da kontrolsüz büyüme önlenemez. 1980’lerde yeni yolların yapımıyla artık İstanbul’a çok yakın olan köylere doğa ile iç içe yaşamak için yerleşenlerle birlikte Sarıyer’in konut yapısı ve doğal görünümü değişir.

E-Belge Sorgu Borç Sorgulama Kent Rehberi İmar Durumu SANAL TUR


ÇAĞRI MERKEZİ
444 81 80

 

Loading...
Pendik’in Adı
Çok eski bir yerleşim yeri olduğu bilinen Pendik’in bilinen en eski adı Pantikapaion’dur. Bizans Döneminde “her tarafı surlarla çevrili” anlamını taşıyan Pantecion, Latin egemenliğinde ise “duvar” anlamına gelen Peninda-kot ismini almıştır. Bu da bizi, Pendik’in egemen olan devletlerce bir savunma hattı olarak kullanıldığı bilgisine götürür. Pendik’e beş köy, beş burun, beş çıkıntı, beş balıkçı köyü de denmiştir.

TARİH ÖNCESİ DÖNEM
Tarih Öncesi Dönemlerin İstanbul’u (1) isimli makalesinde İstanbul’un geçmişine ilişkin araştırmasında Mehmet Özdoğan,Afrika’dan çıkan ilk insanın yaklaşık 1 milyon yıl kadar önce buradan geçtiğini söyler.

Göç yollarının zorunlu olarak geçtiği İstanbul; kıtalararası bilgi, mal, teknoloji aktarımında uygarlığın düğüm noktasıdır. Bu köklü ve renkli tarih, Anadolu’nun Avrupa’ya açılan kapısı konumundaki Pendik’te derin izler bırakır.

Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da yapmış Şevket Aziz Kansu 1961 yılında Pendik’te bir süre kazı çalışması yürütmüştür. Marmara Bölgesi ve Trakya’da Prehistorik İskân Tarihi Bakımından Araştırmalar (2) isimli yazısında Kansu, Pendik'te Paleolitik tipte piyeslere tesadüf ettiklerini bildirir.

Kansu, bu bölgede Fikirtepe kalkolitik yerleşme yeri kültür malzemeleriyle benzerlik gösteren keramikten geometrik desenli, büyük ve küçük kadeh, testi, küp, kemikten yapılmış bız iğne, olta, kaşık, sipatül, idol, obsidiyenden yapılmış minik kesici, cilalı balta vb. eserler bulduklarını anlatır.

Kansu, makalesinde bu durumu “Pendik Prehistorik İstasyonunun önemi, Fikirtepe kültürü ile çağdaş ikinci bir yerleşme yeri olmasıdır. Biz bu kültüre Marmara Kıyısı Prehistorik Kültürü adını da şimdilik takabiliriz.” olarak açıklar.

1961, 1981 ve 1992’deki kazılar 7000 yıl öncesine ilişkin bilgiler sunarken Marmaray kapsamında Pendik Höyüğü’nde yürütülen bugünkü çalışmalar, Pendik’in geçmişinin 8400 yıl öncesine kadar gittiğini gösteriyor.

Göçebelikten Yerleşik Düzene
Pendik’te Paleolitik Dönem’in gezginci-avcı yaşamın yerini, çiftçiliğe dayalı yeni bir yaşam biçimi almıştır. Balıkçılıkla da uğraşan yeni köylerin oluşturulduğu Neolitik Dönem’de (MÖ 6600 - 5800) toplum yaşamında köklü değişiklikler yaşanmıştır.

Bu dönemde buğday ve arpa gibi tahıllar, baklagiller tarımsal üretimin ilk öğeleridir. Tarımın yanında sığır ve koyun gibi hayvanlar evcilleştirilerek hayvancılığa ilişkin ilk adımlar atılır. Yine bu dönemde inanç sistemleri, ticaret ve mülkiyet ilişkileri değişikliklere uğramış ve yeni bir yaşam biçimi doğarak üretimin devamlılığı yerleşikleştirilmiştir.

Bu yeni yaşam biçimi, araç ve gereçlerin gelişimini de etkilemiş, yiyecek içecek hazırlamak ve bunları saklamak için kilden kap kacak yapımını ortaya çıkarmıştır. Çalışmaların yapıldığı tarihlerde modern konutların ilk temellerini oluşturan evlerin yanında mezar izlerine de rastlanılmıştır.

OSMANLI ÖNCESİ DÖNEM
İstanbul Boğazı ile Sakarya Nehri arasındaki bölgeye yerleşen ilk devletlerden biri olan Frigler’in kolu Bebrikler, bugünkü Pendik’e Bebrikya dedi.

MÖ 650 yılında bu bölgeye yerleşen ve Bitinya adını veren Bitinler ise Anadolu'ya hakim olmak isteyen Perslerin egemenliği altına girse de bir süre sonra Bitinya Krallığını kurar.
              
Roma İmpatorluğu, MÖ 85 yılında Kalkhedon'a (Kadıköy) ayak bastıktan sonra MÖ 74 yılında Pendik'in de bağlı olduğu Bitinya'yı egemenlik altına alır. Pendik, MS 255’te Got İstilası sonrası diğer bir hükümdarlık olan Perslerin Kadıköy'e yaptıkları seferlerin de uğrak yeri olmuştur.

Pendik'in İslâm’la tanışması 668 yılında Ebu Süfyan komutasındaki orduların Üsküdar'a kadar ilerledikleri seferle gerçekleşir. 941’de Rus İstilasına uğrayan Pendik ve çevresi, 1071 Malazgirt Savaşında Müslüman Türklerce egemenlik altına alınır.

1096 Haçlı Seferlerinde tahrip edilen Pendik, 1204 yılında İstanbul’u ele geçiren Katolik Haçlıların Latin Devletine ev sahipliği yapar.  

OSMANLI DÖNEMİ
Pendik, ILK Defa 1328'de Aydos Kalesi'nin fethiyle Türklerin eline Geçer. Kalenin fethini gerçekleştiren Kara Gazi Abdurrahman, Orhan Gazi Tarafından Gerçekleştirilme Aydos Tekfurunun kızıyla evlendirilir.

Yıldırım Beyazıt Dönemi’nde doğuya yapılan seferleri fırsat bilen Bizans, Pendik’i birkaç defa eline geçirmiş olsa da Fatih Sultan Mehmet Han’ın 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle Pendik, kesin olarak Türk-İslâm Medeniyetine ev sahipliği yapacaktır.

İskân amacıyla Anadolu'dan gelen Türkler, Pendik’teki Kurtköy, Dolayoba, Yayalar, Şeyhli gibi köyleri kurmuşlardır.     

100 Yıl Yangınları
İlki 1798’de olmak üzere üç büyük yangın geçiren Pendik son olarak 1889 yangınında 1.200 konut ve ticarethane yanarak yok olmuştur. Bu dönemde İstanbul’un çeşitli noktalarında sıkça görülen yangınlarda can ve mal kayıplarının önüne geçmek için Sultan II. Abdulhamit, orduda bir İtfaiye Teşkilatı kurdurmuştur.

Türkiye’nin İlk Planlı Kasabası
Padişahın emriyle Ayan Meclisi Senato Hariciye Encümen Reisliği görevini yürüten Azaryan Efendi, Pendik’in yeniden imar edilmesi için görevlendirilmiştir. Paris’ten getirilen mimar ve mühendislerce kasabanın ilk planları çizilmiş, şehrin kurulması için çalışmalara başlanmıştır. Böylece Pendik, Türkiye’nin ilk planlı kasabası olma unvanını kazanmıştır.
              
Azaryan Efendi bu planı çizdirirken isminin ilk harfi “A”yı Pendik’in ortasına işler. Harfin ayakları sahile uzanacak şekilde planlanır. Belediye binasının önündeki parkta birleşen Gazipaşa ve İsmetpaşa Caddeleri harfin iki ayağını, Dr. Orhan Maltepe Caddesi ise harfin gövdesini oluşturmaktadır.
        
CUMHURİYET DÖNEMİ
1. Dünya Savaşı sonrası gerçekleştirilen işgallerden Pendik de nasibine düşeni almış, 5 yıl boyunca Kemikli Dere Mevkii’nde İngiliz Karakolunun esareti altında kalmıştır.

KAYNAKÇA

(1) Tarih Öncesi Dönemlerin İstanbul’u, Bizantion’dan İstanbul’a Bir Başkentin 8000 Yılı - SSM Sergi Katalogu
(2) Marmara Bölgesi ve Trakya’da Prehistorik İskân Tarihi Bakımından Araştırmalar (1959-1962) – Belleten Cilt XXVII